Ömrünü meslekî kariyerine ve sonra devlet hizmetiyle geçirmiş değerli bir devlet adamı, ömrünce biriktirmiş olduğu hayat tecrübesiyle özellikle siyasî hayata atılmak isteyen yeni nesle aktaracak çok önemli bilgilerin olduğunu söyleyebilirim.
Hayatı ve çok zor şartlar altında geçirdiği başbakanlık döneminde karşılaştığı krizleri, yakın dâvâ arkadaşları tarafından uğradığı ihanetleri, kendisine bağlı olan birimlerin, özellikle silâhlı kuvvetler tarafından ihtilâle maruz kalması. Öyle hale gelindi ki olumsuzluk adına ne varsa hepsi ona yüklendi ve malûm çevrelerce istenmeyen adam ilân edildi. O yapılan bütün bu haksızlıklar karşısında yılmadı, metanetle, sabırla, üstün çabalar göstererek, inancını hiç kaybetmedi. O sadece ve sadece, Allah’a inandı, millete ve demokrasiye güvendi. Düşmanları ona: “Şapkasını alıp kaçtı. Siyasî mevta” diyerek küçük hesaplar yaparken, onun siyasî dehasını anlayamadılar. Netice olarak Cumhurbaşkanlığına kadar yükseldi. O kadar çok şey yaşadı ki, ciltler dolusu eserlerle ancak anlatılır. Yinede karşı karşıya kaldığı krizleri nasıl yönetti. Büyük Türkiye dâvâsı için geçirdiği süreçte, neler yaşandı. Bu vefakâr devlet adamından öğrenilecek çok şey var.
1987 Referandumu’na gidilme sebebi 12 Eylül Askerî Darbesi sonrası yapılan 1982 Anayasası’nın Geçici 4. madde ile getirdiği siyasî yasakların kaldırılması talebiydi. Aslında bu değişiklik bütün muhalefet tarafından istendiği için Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde çözülebilirdi. Ancak dönemin Başbakanı ve Anavatan Partisi Başkanı (ANAP) Turgut Özal 1980 öncesi siyasî parti liderleri ve feshedilen parlamento üyeleriyle ilgili beş on yıllık yasakların kaldırılmasına karşı çıkmıştı. Özal “hayır” kampanyasını yürütebilmek için Türkiye’yi karış karış gezdi. Turgut Özal’ın maksadı, referandum yoluyla Demirel’in, seçme ve seçilme haklarını elinden almak istiyordu. Ama asil Türk milleti kendi iradesiyle o yasakları kaldırdı. O dönemde Süleyman Demirel Adana’ya gelmişti. Fakat yasaklı hali devam ediyordu.
Adana DYP il başkanı Mahmut Karabucak ve yirmi kişilik bir heyetle havalimanına karşılamaya gittik. Sözü uzatmaya gerek yok. Merhum Süleyman Demirel tam karşımda oturuyordu. Neşeli, nüktedan, rahat tavırlarıyla dikkatleri üstüne çekiyordu. Herkes susmuş pürdikkat bütün gözler onun üzerindeydi. Birbirinden farklı konular gündeme geldi ve konuşuldu. Söz döndü dolaştı, din ve siyaset üzerinde yoğunlaştı. Tamda ve doğrudan Türkiye’nin kaderiyle ilgili olan bu konu üzerine tarihî bir konuşma yapan Süleyman Demirel şöyle dedi:
“Ben hayatımda çok önemli iki şey üzerinde durup ve dikkat ettiğim. Din ve siyaset ilişkisi. Şunu arz etmek istiyorum. Siyasetin kışlaya, üniversiteye ve camiye girmesini hiçbir zaman arzu etmedim. Hep sakındım. Lâkin Cumhuriyet Halk Partisi, siyaseti kışlaya ve üniversiteye taşıdı. Milletin vermediği iktidar hevesini, gayri meşrû zeminlerde arama kalkıştı. Millî Selâmet Partisi (Millî Görüş) ise elindeki anahtarı göstererek camilere siyaseti soktu. Dini alet ederek kutsal mekânları siyaset alanına çevirmeye kalkıştı. Cemaatin içine nifak soktu. Bunun vebali çok büyüktür. Bir de laiklik meselesi var. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin laik olmasına kimsenin bir diyeceği yok. Ama benim vatandaşıma, bu ülkede laiklik var diye, dinini yaşamasına kimse engel olamaz ve buna hakkı yoktur. Binaenaleyh Türkiye’yi içinden çıkılmaz hale getirdiler.”
Camilere siyasetin sokulduğu o yıllarda.
Bir Cuma günü, Adana Yağ Camii’nde şimdi hayatta olmayan Adana eski müftüsü kürsüde ateşli konuşmasına Kur’ân’dan âyet okuyarak devam ediyordu: “Allah bu âyette ne diyor, biliyor musunuz? Bakın size Türkçe anlamını söyleyeyim: ‘Kim Allah’ın indirdiğiyle hükmetmezse, onlar tam kâfirlerdir’.” (Maide Sûresi: 44) Cuma namazından sonra, müftü efendiyi bekledim: Efendim (Maide Sûresi: Âyet. 44) okudunuz, Bediüzzaman Münâzarât eserinde o Âyeti şöyle tefsir etmiş: “Kim Allah’ın indirdiğini tasdik etmezse” yani inkâr ederse kâfir olur. Kur’ân’ın genel ruhuna uygun olanda budur. ‘hükmetmezse’ ancak günahkâr olur.
Dedim ve ona Münâzarât eserini hediye ettim.