İnsan topluluğuna bakıldığında, her kişinin simasının diğerlerinden farklı olduğu görülür.
Bu farklılık, insan tarihi kadar eski ve ilgi çekici bir konu olmuş ve sürekli araştırılmıştır. Her insanın simasında, anatomik olarak, saç, alın, kaş, göz, şakak, burun, ağız, dudaklar ve çene gibi yapılar bulunur.
İnsanların simasında bu ortak yapıların olmasına rağmen, hiçbir insan diğerine benzemez. Dolayısıyla, milyonlarca kişi arasından simasını bildiğimiz kişiyi tanıyabilmekteyiz.
İnsan simasının ferde has yaratılmasında, bir kast, bir plan ve program, bir kudret ve irade olduğu, görülmektedir.
İnsan simasının kendine özgü tasarlanması, bu plan çerçevesinde işleyen programı yazanın ilim ve kudretinin de farkına varmış oluruz. Ortada eşsiz, harika bir sanat varsa, onu tasarlayan sanatkârı tanımamız gerekmez mi? Bu mantık kuralı gereği, bir iğne varsa bunun mutlaka bir ustasının olması; bir harf varsa, bunun da mutlaka bir kâtibinin (yazarın) olması gerekir. Tesadüfler veya tabiat denen cansız ve şuursuz varlıklar, en küçük bir program dahi ortaya koymaktan çok uzaktır.
Bu basit mantık çerçevesinde, her bir insanın simasının kendine özgü ve diğer insanlardan farklı yaratılmasının maddî sebeplerini ve bununla ilgili hücrede yazılmış olan programı anlamaya çalışalım.
İnsanın en küçük canlı birimi, hücredir. Hücrelerde gerçekleşen olaylar sonucu, insanın fenotipik (fizikî ve fizyolojik dış görünüş) özellikleri ortaya konur. Hücrede her bir olay, bir düzen içerisinde gerçekleştirilir.
Hücrelerde ve dolayısıyla insanda, bu düzenin işleyişi hücrelere yerleştirilen bir program ile yürütülmektedir. Hücrede, en önemli program, hücre çekirdeğine konmuştur. Hücredeki bu programın çalışması, her yönüyle bir mühendislik harikası olup, onu anlamak ve işleyişindeki sırları çözmek için yıllardır bilim insanları uğraşmaktadır.
İnsan biyolojik olarak tamamlanmaya muhtaç. İnsan hücrelerini oluşturan 46 kromozomun yarısı anneden, diğer yarısı da babadan gelen eşey hücrelerden teşekkül ettiği, anne veya babadan gelen eşey hücreleri, tek başlarına 46 kromozomlu bir insan hücresini temsil etmeye yetmediğinden nasıl 23 kromozomlu diğer eşey hücresiyle birleşmeye muhtaç ise, dünya hayatında kadın ve erkek de tek başlarına eksiktir ve yek diğeriyle tamamlanmaya muhtaçtır ve kendisi gibi eşinin de yarım olduğunu, tamamlanmaya muhtaç olduğunu bilmek, kişiyi daha uyumlu yapacaktır.
Bir insanın yaratılması, babanın sperm ve annenin yumurta hücrelerinin birleşip, zigot denen tek hücre oluşumu ile başlar. Bu tek hücre, insanın maddî (cismanî) hayat hikâyesinin başlangıç noktasıdır.
Hayatımızın başlangıcı olan bu hücredeki genetik programın kombinasyonu ve tekrar düzenlenip bir program çerçevesinde adım adım çalıştırılması mükemmel bir sistemin göstergesidir. Hücrelerdeki bu işleyiş sürecinde, kişiye özgü, simaların oluşması, mu’cize varı, ilm-i İlâhice gerçekleşmektedir.
Hiçbir zaman, yanlışlıkla veya tesadüfen konulan bu programın dışına çıkılıp bir insanın simasını diğer bir insan simasının aynısı veya bir masumun siması caninin siması şeklinde yaratılmamaktadır. Simaların yaratılmasında bir karışıklık olmaması ve her simanın özenle yaratılması bir gayenin, bir intizamın, bir ölçünün ve bir hikmetin varlığını göstermektedir.
Sonuç olarak, insanlar hep aynı sima ile yaratılsaydı, insanlık karmakarışıklığa sürüklenip, toplum yaşamaz hale gelirdi. Şükür ki, her insanın simasına ağız, göz, kulak gibi temel azalarda benzerliğin yanı sıra, trilyonlarca ihtimal içerisinde her simanın farklı ve o insana has yaratılması, o simada kullanılan atomlar adedince, o simayı Yaratana teşekkürü gerektirir.