Takvim yaprakları 620 yılını gösterirken, (Şevval) ayında Hz. Peygamber’in (asm) muhterem Amcası Ebu Talip ve sevgili Hanımı Hz. Hatice’nin 3 gün arayla vefatları, İslâm tarihinde ve Müslümanlar tarafından “hüzün yılı” olarak adlandırılmıştır.
Hz. Peygamber (asm), bu iki kayıp sebebiyle çok müteessir olmuştu. Bu önemli şahsiyetlerin meziyetlerini kısaca özetlememiz gerekirse, şunları nazara verebiliriz:
Biri; çok sevdiği cefakâr, fedakâr ve iffet timsali, 7 çocuğunun annesi, sevgili Hanımı Hatice validemizdir. Peygamberimiz (asm) Hira’da tefekkür yoluyla ibadet ettiği günlerde sevgili Hanımı, onunla meşgul olur geciktiği zaman telâşlanırdı. Hz. Hatice’nin Resûlullah’ın (asm) hayatındaki en önemli rollerinden biri, ona peygamberlik geldiği zaman kendisine herkesten önce iman etmesi ve O’nu (asm) bütün varlığı ile desteklemesidir. Hz. Peygamber (asm), Hira Mağarası’nda bulunduğu sırada daha önce hiç karşılaşmadığı Cebrâil ona peygamber olduğunu tebliğ etti. Alak Sûresi’nin ilk beş âyetini öğrettiği. O zaman büyük bir heyecana kapıldı ve korkudan yüreği titreyerek evine döndü. Başına gelenleri anlattıktan sonra: “Bana neler oluyor, Hatice?” diyerek kendinden korktuğunu söyledi. Bunun üzerine Hz. Hatice, Resûlullah’ın (asm) korku ve endişelerini gideren şu sözleri söyledi: “Öyle deme! Yemin ederim ki Allah hiçbir zaman seni üzmez. Çünkü sen akrabanı gözetirsin, doğru konuşursun, işini görmekten âciz kimselerin elinden tutarsın, yoksulları kayırırsın, misafirleri ağırlarsın, haksızlığa uğrayan kimselere yardım edersin.”
Diğeri ise; yetim ve öksüz kalan Peygamberimiz (asm) dedesinden sonra ona sahip çıkmış ve ona kol kanat olmuş, amcası Ebu Talip’tir. Müşriklerin, amcasına baskı yaparak, Hz. Peygamber’in (asm) faaliyetlerine engel olması için defalarca ona müracaat ettiler. O, her defasında onları bir şekilde durdurdu. Fakat müşrikler, amcası Ebû Talib’e giderek sert ifadelerle tehditlerini arttırdılar. O da sevgili yeğenine olanları anlattı ve kendisini koruyacak gücünün olmadığını nazik bir şekilde anlattı. Bunun üzerine Hz. Peygamber (asm) şu tarihi cevabı verdi: “Güneşi sağ elime, ayı da sol elime verseler dâvâmdan vazgeçmem. Ya Allah bu dini üstün kılar, ya da ben bu uğurda ölürüm”. Allah Resulü’nün (asm) bu kesin tavrı üzerine, Ebu Talip ona dilediği gibi hareket etmesini, bedeli ne olursa olsun onu himayeye devam edeceğini bildirdi. Daha önceleri de müşrikler Peygamberimiz’e (asm) bir takım dünyevî menfaatler teklif etmişlerdi. Bu menfaatleri kesin bir dille reddetmişti. Çünkü onun dâvâsının, sadece insanları Allah’ın birliğine çağırmak olduğunu asla bu dâvâdan vazgeçmeyeceğini, en yüksek perdeden ilân etmişti. Allah tarafından kendisine verilen İlâhî mesajları tebliğ ederken, vicdanlara seslenmişti. Bu onun müşfik, merhametli ve karakterinin bir özelliğiydi. Bu özelliği, Hz. Peygamber’in (asm) kendini vicdanıyla otokontrol yapabilme yeteneğine sahip olmasıydı. Çünkü Allah’ın insana verdiği vicdan, hayrı ve şerri tefrik eden, insanı doğru yola sevk eden manevî bir muhasebe duygusudur. Vicdanın bu fıtrî özelliğini tesbit eden, Hz. Peygamber (asm) ilk aldığı “Oku” emrine uygun bir biçimde Hıra’da vicdanlara seslenerek, Allah’ın birliğine inanmayı ve şirkten arınmayı bütün insanlığa haykırarak dile getirmiştir.