11 Mart 2014, Salı
“İ’lem eyyühe’l-aziz! İnsanları fikren dalâlete atan sebeplerden biri, ülfeti ilim telâkki etmeleridir. Yani melûfları olan şeyleri kendilerince mâlum bilirler... Ülfet ise, cehl-i mürekkeb üstüne serilmiş bir perdedir. Hakikate bakılırsa, zannettikleri ilim, cehildir. ’’
Mesnevî-i Nuriye
Maraz-ı ülfet diye bilinen hastalık, inkişafları mümkün olabilen istidadların ölmesine bir sebeptir. Gerçekten muzaaf cehaletin, sathî nazarlığın, gerçeğe kapalı kalmanın ve soğuk taassubun en önemli sebebi olarak ülfeti bilmemiz ve anlamamız mümkün. ’’Nev-i insanın yüzde sekseni ehl-i tahkik değildir ki hakikate nüfuz etsin, hakikatı hakikat tanıyıp kabul etsin’’ der Hz. Üstad. Hâl-i âleme baktığımızda bunu, yani kanıksanagelmiş halleri açıkça görmek mümkün. ’’Aslı, hakikati nedir, ne değildir?’ ’gibi suallerle iç içe olup taharrî-i hakikat dediğimiz, hakikati bilme, muttali olma meyillerimiz atalete uğramış durumda. Hareketin bittiği yerde düşünce, düşüncenin bittiği yerde hareket başlamalı. İlk vahiy olan “Oku” emrini imtisal ettiğimizde sadece okuyup geçmiyoruz, geçmemeliyiz; kâinatı, insanı, şuurlu şuursuz Allahı bildiren tüm mahlukatı okumak gerektiğinin farkında olduğumuzu bilmeliyiz. Bunun neticesi olarak bilmenin, yaşamanın, inanmanın; okuma, araştırma ve tefekkür etme gibi hareketler vesilesiyle ortaya çıkacağını görebiliriz. Zirâ Allah-ü Teala Kur’ân-ı Kerim’in çok yerlerinde defaatle ihtar ettiği ve yapılmasını emrettiği “Hiç tefekkür etmezler mi, hiç düşünmezler mi?’’ olan âyetlerine dikkat gezdirdiğimizde sathî malumatın fayda vermeceği, meselelerin hakikatine nüfuz etmek gerektiği açıktır.
Ehemmiyetli hakikatler ehemmiyetsiz insanların nazarında kıymetsiz hâle gelebiliyor. Bu da hakikate zarar veriyor. Teorik olarak bilinen fakat manasına inilmeyen hakikatler insanlar arasında revaç bulamıyor. Bazan Kur’ân’a ve imana ait öyle sözler duyuyoruz ki, araştırılsa manasında binlerce hikmet ve güzellik gizli. Ama ülfet hastalığı insanları, bizi taharrî-i hakikatten uzaklaştırmış; zahirperestler gibi aldatan bir sebep haline gelmiştir. Lübbü bulmanın cevherinden uzaklaşmış, kışırla meşgul olmaya başlamışız; hakikati tanımaktan uzak hayallere sapmışız. Kâinatı tefekkür etiğimizde akıl ve hikmet nazarlarında her biri kudretin en bahir mu’cizelerinden olan intizam, imkân, hudus, tesanüd gibi sıralayabileceğimiz 55 lisanla kâinatta cari olan hakikatleri müşahede edebiliriz. Hz. Üstad Sözler mecmuasında insanı,”mütehayyir istihan edici” olarak nitelendirmiştir. Zira insan hayretle ve muhabbetle baktığında gafletini dağıtır, zülumat perdelerini yırtar ve ülfet hastağına kapılmaktan kendini muhafaza edebilir. Ama ülfet perdesi içine girdiğinde bu tefekkürü kapatır ve birçok latifenin ve kabiliyetinin inkişafına mâni olur maalesef. Herbir nakşa yüz nakşı nakşeden Nakkaş olan Allah’ın sanatları binlerce hikmet, ulviyet ve kemâle haizdir. Bu hikmetleri araştırmak, mütalaa etmek gibi bir gayretten öte bir meylimiz de yok. Bilmiyoruz, bilmediğimizden de bîhaberiz. Âlemde tekâmül meyli var. İnsan da öyle, dünyaya gönderilişinin sebebi ve hikmeti ilim üzere tekâmül etme gerçeğidir. Zira her şey ilme bağlı. Muhteva, mahiyet gibi bilinmesi aslolan meseleler ancak üzerine bir emek verilerek elde edilebiliyor.
İnsanlar kanıksadıkları, doğru bilip şartlandıkları şeyleri kendilerince malum bilir ve tasdik eder. Ülfet denen hastalık pek çok san’at harikalarını sıradanlaştırıp, ehemmiyetli vazifelerden ve makamlardan tenzil eder. Bu ülfet hastalığı insanların nazarına, kıymetsizlik, cehalet ve hakikat meylini kapama tohumu eker. Mesela insan, lebaleb bir harikalar mecmuasıdır. Bütün insanlar yapı ve malzeme olarak birbirlerinin aynı iken parmaklarındaki, yüzlerindeki işaretlerden DNA’larına varıncaya kadar birbirlerinden ayrı oldukları gibi sima, karakter, kabiliyet, beğeni ve tercihler de farklı farklıdır. Tüm insanlar bir araya gelip bunların bir mislini yapmaya teşebbüs edemeyecekleri nisbet ve mükemmellikte bir sanat eserleri bunlar. Ama insan kendindeki bu mucizeleri ülfet sebebiyle göremiyor ve hepsi aslında bir nimet olduğu için şükre bir vesileyken gaflet ve ülfet bu perdeyi kapatıyor. Temsilde hata olmasın, nasıl ki iman bir nurdur, insanı ışıklandırıyor ve üstünde yazılı pek çok sanatı okutturuyor ve Allah’a intisab ettiriyor. Küfür ise bu manevi sanatları karanlığa gark ediyor kapatıyor ve Allah’a olan intisabı kesiyor. Tabii ki ülfet, küfür kadar ciddi bir karanlık olmasa da insanın içine girdiğinde her şey kendince âdi makamlarda kalıp teâli etmez ki okunsun, tefekküre kapı açılıp şükre vesile olsun. Öyle olunca bilmemek ve daha ilerisi bildiğini bilmemek geliyor. Hz. Üstad yine ülfeti tarif ederken, “cehl-i mürekkebin hemşiresi ve nazar-ı sathînin annesi olan ülfet” tabirini kullanıyor. Gayet de yerinde ve makul bir ifade. Çünkü insan afaki olsun enfüsî olsun gereken teemmülü yapmadığında, taharrî-i hakikate süluk etmediğinde her şey sathileşir ve neşv ü nema bulabilecek her türlü aza ve cihazlar perde altında kalır. Ubudiyet ve kulluk için Kur’ân okuyoruz, Risale-i Nur okuyoruz-–ki okumalıyız—aslında ne okuduğumuzu da okumaktır birçok mana. Çoğu kez idrak ve mana adına zihnimizde belirmiş, tecessüm etmiş, kalıp giymiş bir şey yoktur. Mesela “La ilahe illallah” diyoruz. İslamın çekirdeği olan bu cümle-i tevhidiyeyi anlıyoruz ve bitti sanıyoruz. Halbuki Allah hakkında olan marifetimiz çok noksan ve Allah’tan başka ilah olmamasının neleri gerektirdiğini, neleri ifade ettiğini, kâinat, ilim, hayat adına bunların ne anlama geldiği noktasında cüz’î ilmimiz bunlara kifayet etmiyor. Teşehhüddeki mübarek kelimeler Cenab-ı Hak ile Resûlünün (asm) bir mükâlemesi olduğu halde namazda okuyup geçiyoruz. “Niçin okuyoruz, bunlar ne hikmete mebnîdir?” gibi teemmüllere muhatap olamıyoruz. Besmele tek bir âyet olduğu halde Kur’ân’da 114 kez geçmesi ve büyük bir ihlas sırrını ve tevhid dersini ihtar ettiği gibi sair hakikatlerin de derkine çok çok ihtiyacımız var gözüküyor. Misaller çoğaltılabilir.
Şuurlu mü’minler olarak, ülfet hastalığına karşı çözümler sunan ve sakındıran Hz. Üstadın talebeleri olarak, Ya Rabbi Senden temenni ediyoruz ki bizleri cehl-i mürekkeb içinden, gaflet uykusundan, tembellik döşeğinden ve maraz-ı ülfetten muhafaza eyle. Hakikatlere hakkıyla göz açan, teemmülü elden bırakmayan, hakkı hakkıyla hak bilip hakka ittiba eden, batılı da dikkatle batıl bilip içtinab eden kullarından eyle. Âmin.
Okunma Sayısı: 4507
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.