“Müdânâ”, yaranmaya çalışmak demek. “Müdânâ” minnet etmek, boyun eğmek, kısacası dalkavukluk manasına gelir. Müdânâsızlık ise kimseye yaranmaya çalışmadan ve minnet etmeden yaşamak demektir.
Müdânâsız düşünürler, cemaatler ve bireyler bu tavırlarından dolayı tarihte yerlerini almışlardır. Bunun bedelini de zaman zaman ödemişlerdir. Müdânâsız âlimlerin müdânâsızlıkları menfaatsizliklerine dayanırdı. Müdânâsız âlimlere örnek olan Bediüzzaman Said Nursi Hazretleridir.
Bediüzzaman’ın müdânâsız halinden rahatsız olan kişiler ve topluluklar bunu kırmak için birçok teklifler sunmuşlar. Zira kendisinin, fikirlerini cesurca söylemesi onun bu özelliğinden kaynaklanıyor. Korkusuzluğunu da bu müdanasızlığından alıyordu.
Şimdilerde zulme rıza gösterenlerin bu tavrının kökenine bakmak gerekiyor. İnsanların; makamları, evlatlarının işe girmesi gibi basit menafaatler için sessiz kaldıklarını görebiliyoruz. Toplumda başkalarına müdânâsı olmadan yaşamak ve bir müdânâya şahit olunmayan günler görmek çok azalmış. Herkes birbirine maddi bir bağla bağlanırsa manevi olan duruş da sergilenemiyor.
Bediüzzaman Said Nursi’nin olaylar karşısındaki tavırlarını görmek istemeyenler olabilir. Bunlar da aslında Said Nursi’siz bir Nurculuk tasarlıyorlar.
Dünya menfaati için taviz vermemiş Üstad. Dünyaya müdânâsı olmayınca zulme rıza göstermemiş. Dünya malına tamah göstermemiş. Hakikati sürekli haykırmış. Hakkın hatırını üstün tutmuş. Ya Üstad’ın talebesi olduğunu iddia eden bizler?
Müdânâ etmemek aslında kâinata meydan okumak gibidir. Sadece Allah’a kul olup kimseye minnet etmeden yaşamaktır asıl olan. Düşünürlerin, sanatçıların, bilim adamlarının vs. saygınlıklarını korumak istiyorlar ise müdânâsız bir yaşam tercih etmeleri gerekir.
Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz: Cemaatler, özellikle Nur Talebeleri, maddi ve manevi hizmetlerine bedel istememeli, maddi ve manevi istiğna düsturuna riayet etmelidirler. Tabii Said Nursi’yi üstad kabul ediyorlar ise.