Osmanlı'dan Cumhuriyet'e geçişle birlikte, devletin ve siyasetin halktan kopukluğu devam etmiştir. Günümüze kadar izlenen ekonomi politikalar da çoğu zaman devletin ve elitlerin menfaatlerini merkeze almıştır.
Osmanlı İmparatorluğu'ndan miras kalan bu özellik devletin ve siyasetin halktan uzak, gerçek sorunlardan bihaber, tepeden bakan elitleri, tarih boyunca toplumsal ilerlemenin önündeki en büyük engellerden biri olmuştur. Bu elitler, kendi çıkarlarını korumak adına, halkın taleplerine ve ihtiyaçlarına duyarsız kalmış, statükoyu sürdürmek için çaba sarf etmiştir.
Aslında bu durum, büyük ölçüde halkın, oligarşik zümrelere karşı çevre siyaseti savunmasını ve hakim paradigmaların dışına çıkarak siyaset yapıp kısa bir süreliğine başarılı olmuşlardır. Halkın taleplerini ve ihtiyaçlarını bu şekilde anlayıp temsil edebilen bir yapı, demokratik bir toplumun inşası yapması bekleniliyordu. Bu süreç, halkın taleplerini ve beklentilerini karşılamak adına, siyasetin yeniden yapılandırılmasını ve demokratik değerlerin güçlendirilmesini gerektirirdi.
Hâkim paradigmaların dışına çıkamayan siyaset mevcut statükoya karşı radikal bir duruş sergilememiştir. Toplumun ihtiyaçlarına yönelik gerçekçi ve sürdürülebilir çözümler üretmek için, mevcut paradigmaların dışına çıkmak ve yeni fikirler geliştirmek cesur bir yaklaşım idi. Bu mücadele, sadece siyasal bir mücadele değil, aynı zamanda toplumsal adalet ve eşitlik mücadelesidir
Tepeden bakan elitler, kendi menfaatlerini korumak adına, halkın gerçek sorunlarından uzak durmayı tercihlerini sürdürüyorlar. Hürriyetçi bir zihniyet, bireylerin özgürce düşünebilmesi, girişimcilik ruhunu geliştirebilmesi ve yenilikçi fikirlerini hayata geçirebilmesi için gerekli ortamı sağlar. Bu özgürlükler, ekonomik kalkınmanın temel dinamiklerini oluşturur. Özgürlüklerin kısıtlandığı bir ortamda, ekonomik büyüme ve kalkınma sekteye uğrar.
Ekonominin en önemli gündeminin yeni vergiler koymak ve toplamak olması, dahası bunun büyük bir başarı olarak görülmesi, bir tür ekonomik polis devletine işaret eder. Bu yaklaşım, ekonominin asıl amacı olan insanların kalkınması ve refahı sağlamak yerine, birilerinin eksikliklerini ve yanlışlıklarını kapatmak için keyfi uygulamaların zorla dayatılması anlamına gelir.
Ağır vergi politikaları, gelir dağılımındaki adaletsizlikleri derinleştirebilir. Özellikle düşük ve orta gelirli bireyler, vergi yükü altında daha fazla ezilirken, varlıklı kesimler çeşitli yollarla vergi yükünden kaçınabilirler. Bu durum, toplumsal huzursuzluklara yol açar ve ekonomik eşitsizlikleri artırır.
Devletin bekası ile elitlerin menfaatlerinin iç içe geçmesi, alınan her türlü kararda halkın en zayıf kesimlerinin ihmal edilmesine neden olmuştur. Bu durum, toplumsal eşitsizliklerin artmasına ve halkın büyük bir kesiminin ekonomik zorluklar içerisinde yaşamasına yol açmıştır.
İş bilmezlik, yetersizlik, liyakatsizlik, kayırmacılık ve israf, ekonominin ve toplumun gelişimini engelleyen temel sorunlardır. Oy uğruna hürriyeti feda eden siyasîler, para aşkıyla sarhoş olmuş kapitalist zihniyet ve her türlü zevk, sefa için tüketen tüketiciler ekonomiyi batırmaya devam ediyorlar. Dolaysıyla Hürriyeti esas alamayan fıtrat kanunlarına uygun olmayan tedbirlerle bu krizden çıkılamaz.
Hürriyetçi bir yaklaşımla ekonomik kalkınma, bireylerin özgürce düşünebilmesi, girişimcilik ruhunu geliştirebilmesi ve yenilikçi fikirlerini hayata geçirebilmesi anlamına gelir. Bu özgürlükler, ekonomik kalkınmanın temel dinamiklerini oluşturur. Hürriyet olmadan, bireyler yenilikçi fikirlerini ifade etmekte ve uygulamakta zorlanır, bu da ekonomik gelişimi sekteye uğratır. Hürriyetçi bir zihniyetin benimsenmesi, ekonomik kalkınmanın ve toplumsal refahın sağlanması için vazgeçilmezidir. Hürriyetçi olmayan bir zihniyet ile ekonomik kalkınma sağlanamaz.