15 Ağustos 2014, Cuma
Bir gece vakti, bilmedikleri bir tren istasyonunda inmişlerdi. Ellerinde birkaç bavul ve bir yer yatağıyla. Küçük çocuk sordu:
‘Nereye geldik?’
Babası cevap verdi:
‘Valla, ben de tam bilmiyorum’ dedi.
Bu sefer kadın sordu:
‘E, ne demeye indik burada o zaman?’
‘Tren şefi burda oturuyormuş. O bize kalacak bir yer ve iş bulacak’ diye cevapladı adam. Karısı bu sefer:
‘Tanıyor musun ki adamı?’ diye sordu. Adam:
‘Yoo, yeni tanıştık’ deyip, kendinden emin bir tebessümle:
‘Ama çok iyi adam’ diye tamamladı cümleyi...
2012 yapımı Uzun Hikâye filminin hemen başlarında tekrar eden bir replikti ‘Ama çok iyi adam’ sözü...
Farklı tanışma sahnelerinde özellikle vurgulanan bu ifade, filmdeki anlatıcının ‘o zamanlar güzel yıllardı. Birisini arkadaş edinmek ya da güvenip sevmek için uzun zamanlara ihtiyaç olmazdı’ sözüyle pekiştiriliyordu.
Geçmişte, uzun zamanlara ihtiyaç duyulmaksızın tanınabilen ‘iyi adam’lar varmış demek...
Ne de güzel yıllardı kim bilir?..
Gel gör ki, vaktin bereketli, insanlığın görünebilir, adamlığınsa kıymetli olduğunu film sahnelerinden anlamaya çalışmak ne acı...
İhtimal ki o zamanlar, iyilikle fenalık aynı pazarın malı değildi. Ya da ‘dessas ehl-i dünyanın hafiyeleri’ daha hırsızlamamıştı ferasetimizi.
Şimdiyse, insanın ‘adam’lığını da, ‘iyiliği’ni de bilebilmek için ne çok zaman lâzım insana...
Bırakın aynı pazarda olmasını, artık aynı tezgâhta satılıyor iyilikle fenalık...
‘Ama çok iyi adam’ diye kefil olacağımız kaç insan kaldı etrafımızda?..
Kim bilir, ne çok tereddütümüz var çevremizdekiler için kalbimizde?.. İhtimal ki, bizim içinde çevremizdekilerde...
İşin daha da vahimî, ahirzaman koşuşturmasında artık zamanımız da fazla yok... Ama acelemiz çok...
Belki bu yüzden hiç fırsat vermeden, sorgulamadan, beklemeden, anlamadan hemen yapıştırıveriyoruz ‘kötü adam’ etiketini. Hem de ‘kendi nefsimizin imamlığını’ yapıp yapmadığımızı bile sorgulamadan...
Sonra kendimizden başka ‘iyi adam’ kalmıyor yanımızda.
Lüzumlu işlerin çokluğu ve vaktin darlığı varken önümüzde, bu yorucu ve yıpratıcı yükle devam edemeyiz yola.
Kabul edilmesi gereken şu ki, hayırla şerrin, iyiyle fenanın aynı tezgâhta satılmasına hükmetti kader.
Madem öyle, şimdi, pazar alışkanlıklarımızı değiştirme zamanı...
Yeniden iyi adamlığın inşası için, kalıcı olanı, fanî olanla satın alma zamanı...
Hatta ‘iyi’ değil, ‘çok iyi’ adam olabilmek için, yüreğindeki öfkeyi merdivensiz kuyulara bırakma zamanı...
Ve Hz. Ali’nin (ra) Sıffîn’den ayrılırken, Hz. Hasan’a (ra) yaptığı nasihate kulak verme zamanı:
“Öfkeni yut. Sana karşı kabalık yapana yumuşak davran. Umulur ki, o da sana karşı yumuşar. Düşmanına karşı iyilikte bulun. Bu şekilde davranış, iki zaferin en tatlısıdır. Kardeşinle ilişkiyi koparmak istersen, bir gün dönmeye karar verirse, ona dönebileceği kendinden bir kalıntı bırak.”
Okunma Sayısı: 4436
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.