Trabzon’dan Galip Temeli Abimiz kefenini giydi, tabutuna bindi, dostlarıyla vedalaştı, azığını sırtladı uzun ve daimî bir yola çıktı. Fani ve geçici dünya nimetlerine kapılmadı, baki olana sarıldı. İnşaallah ebedî olarak abat olanlardan oldu.
Bir kaç cihette hastalıkla vücudu sarsıldığı bir zamanda, uyumadı uyanık oldu uyandırdı. Ruh dünyası hiç sarsılmadı. Kendini sabırla donatmıştı. Mahareti hastalığa ağlamak yerine sebeplere müracaat ederek şikâyet etmemek, emanetin gerçek sahibini hoşnut etmek için dikkatli ve temkinli olmaya çalışırdı. Sadece hasta olduğu zamanda değil, sağlıklı olduğu zamanda da gaflette boğulmadı, her daim temkinli idi. Hastalık vasıtası ile kârlı çıktı.
Risale-i Nurlardan istifade etmede gayretli idi. Muhatabını dikkatle dinler ,bilgisinden istifade etmeye çalışır ve istifade ederdi. Adeta kendisine yazılan bir mektup gibi kabul eder, bir hoş olur şükrederdi. Gazeteyi de kendi malı gibi görür, çalıştığı kurumda da fırsat buldukça okurdu. Adeta Yeni Asya gazetesi ile Risale-i Nur’un imanî içtimaî ve siyasî meselelerdeki çizgisine bakarak kedisini güncelliyor, bu sayede rahat ediyordu. Maddî hastalığı gülerek karşılıyordu. Çay yapmayı ve ikram etmeyi çok sever, umumî derslerde çayı o demlerdi. Evine ziyarete gittiğimizde çayı ikram etme işi bize düşmüştü. Lâtife yaparak, “Galip Abi bir dahaki sefere çayı senden içeceğiz” deyince, “Tabiî ki kardeş, inşallah” demişti. “Bu bayram annemin mezarına gidemedim pencereden bakarak duâ okudum” derken aslında kabrine bakıyordu.
Yolculuk telâşı, son hazırlıkları yapılıyordu. Bir kaç gün sonra kalktı Trabzon’daki hizmet merkezinde umumî derse katıldı. Çay arasında sohbetinde lâtifeli olarak hastalık hatıralarını paylaşması için tetikledik. “Hastanede hastalara Hastalar Risalesi’nde reçete sunar gibi teselli veriyorum. Benim de kana kana ihtiyacım var, onlara da yeter bana da. Üstad’dan Allah ebeden razı oldun” diye duâ ediyordu. Sürmene’deki köy evinden bir süre Cuma namazına gidememişti. Zor da olsa yürüyerek gittiğini ifade etmişti. Sonrasında tekrar hastanede yoğun bakıma alındı. Bazı ağabeyler telefonla görüşmek istedi, ancak rahatsız olur diye dualarıyla haberdar ettiler. Artık ayrılık vakti gelmişti. Ya nasip, Yunusvari “Hoştur bana senden gelen/ Ya gonca gül yahut diken,/ Ya hayattır yahut kefen,/ Narın da hoş nurunda hoş, lütfunda hoş...” demişti.
Fani dünyaya bedel, ebedî hayattı tercih edenlerdendi. Cenâb-ı Hak, inşaallah uzun ve daimî yolculukta korktuklarından emin, umduklarına nail eylesin.
Şu gecenin sabahı, şu kışın baharı, ne kadar muhakkak ve kat’i ise haşrın sabahı, berzahın baharı da o kadar muhakkak ve kat’idir diye haber veren Üstada kulak verdin, eserlerine, Kur’ân’a sarıldın.
Geçici ve fani dünyada padişah da olsan imanla kabre giremedikten sonra ne ehemmiyeti var? Birbirimizden güç alarak istihdam edildiğimizin şuuruyla uyuyanlardan değil, daima uyanık olanlardan olabilmeyi talep etmeli. Ebedî bir ömür var. İnşaallah Cenâb-ı Hak korktuklarımızdan emin, umduklarımıza da nail eder diye talep ve duâ ediyoruz.