-Demokrat Başbakan - İslâm Yaşar’ın Kaleminden... -16-
Bayar ve Menderes dahil herkes ondan sonra ne olacağını, İnönü’nün ne yapacağını merak ederken Cumhurbaşkanı, 15 Mayıs Pazartesi günü Demokrat Parti Genel Başkanı Celal Bayar’ı Çankaya Köşkü’ne dâvet etti. Yaptıkları görüşmede yeni meclisin yeni bir cumhurbaşkanı seçmesini kararlaştırdılar.
22 Mayıs 1950 tarihinde meclis toplandı. Yemin merasimini müteakip yapılan oylamada Celal Bayar’ı cumhurbaşkanı seçti. Bu seçim devletin demokratik idare tarzına geçmesinde mühim bir merhale addedildiğinden memlekette temayüz etmiş pek çok kişi cemiyet, camia, cemaat mensubu insan bizzat giderek veya telgraf çekerek yeni cumhurbaşkanını tebrik etti.
Bediüzzaman’ın telgrafı
Onlardan biri de Bediüzzaman Said Nursî idi. O da şahsı ve Nur Talebeleri adına, cumhurbaşkanı seçilmesinden dolayı Celal Bayar’ı tebrik etmek için, ‘Zâtınızı tebrik ederiz. Cenâb-ı Hak sizi İslâmiyet, vatan ve millet hizmetinde muvaffak eylesin’ şeklinde bir telgraf yazdırdı. Bu hareketine, Celal Bayar hakkında pek müsbet kanaatlere sahip olmayan Zübeyir şaşırdı.
“Şimdi Halkçılar, Demokratlara derler ki, ‘Said ne sizdendir, ne bizdendir. Onun gayesi ve maksadı ayrıdır’ diyerek onları kandırırlar, ellerindeki devlet kuvvetini dindarların ve Nur Talebelerinin aleyhinde kullanırlar. Tebrik telgrafını alan Demokratlar onlara: ‘Said bize dosttur’ derler. Devlet kuvvetini yanlış olarak dindarların aleyhinde kullanmazlar.” ( Necmeddin Şahiner. Said Nursî. YAY. İstanbul 1990 s: 382 )
Talebesinin şaşırdığını gören Bediüzzaman, cumhurbaşkanına telgraf çekmesinin sebebini böyle izah etti. Bir süre sonra Bayar da Said Nursî’ye ‘Samimî tebriklerinizden fevkalâde mütehassis olarak teşekkür ederim’ ifadelerinin yer aldığı telgrafla mukabele etti.
Ondan bu cevabı alan Said Nursî, ‘Celal Bayar’a ve Hey’et-i Vükelâsına’ hitaben yazdığı telg- rafta Nur Talebelerinin, önceki hükümetler tarafından dini siyasete âlet etme iddiasıyla maruz bırakıldıkları ‘emsalsiz tâzib ve işkenceleri’ nazara verdi. ‘Birkaç gün zarfında Ahrarların başına geçip milletin mukadderatına sahip çıkması sebebi ile Reis-i Cumhuru ve Hey’et-i Vükelâsını’ da tebrik etti.
Mer’iyette olan 1924 anayasasının amil hükümlerine göre, başbakanı tayin etme yetkisi cumhurbaşkanında idi. Bayar, partide müessir bazı kişileri yanına çağırarak başbakanın kim olması gerektiği hususundaki kanaatlerini sordu. Onlardan biri de Adnan Menderes’ti. O, Fuat Köprülü’nün başbakan olması yönünde kanaat bildirdi.
Partinin idarî makamında bulunanlarla birlikte, mahallinde ileri gelen bazı kişilerin de görüşlerini alan Cumhurbaşkanı Celal Bayar, mezkûr kıstasları göz önünde bulundurarak kararını verdi ve o kişiyi 22 Mayıs 1950 tarihinde Çankaya Köşkü’ne dâvet ederek hükümeti kurma vazifesini verdi.
O kişi Adnan Menderes’ti.
Ve… Menderes başvekildi.
Allâhu Ekber
Allâhu Ekber.
Allah Allah Allah…
Kahramanlar, bu kudsî nidaları nâra hâline getirip haykırarak atılırlar savaş meydanlarına. İmanlarının, hamasetlerinin, cesaretlerinin, metanetlerinin yanı sıra kılıçlarını, kalkanlarını, silâhlarını da maharetle kullanarak kahramanlıklarını hakkı ile ifâ ederler ya gazi olurlar, ya şehit.
Peygamber Efendimiz (asm) “Üç ses vardır ki, Allah onlarla meleklere karşı iftihar eder. Ezan sesi, Allah yolunda çarpışırken getirilen tekbir sesi ve hac ibadeti esnasında yüksek sesle söylenen ‘Lebbeyk’ sesi” buyurmuş. ( Camiü’s Sağir No: 1873 )
Bu vatanda, o kudsî seslerin ilk ikisini yükselten insanlardandı ferdî, askerî, içtimaî, siyasî hayatın pek çok sahasında; samimiyeti, cesareti, mahareti sayesinde kahraman sıfatı ile anılacak cesur icraatlar yapan Adnan Menderes de. Tıpkı savaş meydanlarının kahramanları gibi o da âdetâ Allâhu Ekber diyerek, Allah Allah Allah naraları atarak atıldı siyaset sahasına.
İlke ve inkılâplara bağlılık andı içme gereği duymadı
Zîra hükümeti kurup 29 Mayıs 1950 tarihine tekabül eden Çarşamba günü M. Kemal’e atıfta bulunmadan, ilke ve inkılâplara bağlılık andı içme gereği duymadan “Tarihimizde ilk defadır ki, yüksek heyetiniz millî iradenin tam ve serbest tecellisi neticesinde millet mukadderatına hakim olmak mevkiine gelmiş bulunuyorsunuz. 14 Mayıs seçimleri ile memlekette şimdiye kadar yapılanlarla ölçülemeyecek ehemmiyette mühim bir inkılâbın en mühim merhalesi açılmıştır” (Akyol s: 103 ) diye başlayan cümlelerle hükümet programını okudu.
Başvekilin, hükümet programında ezanın aslına çevrilmesinden hiç bahsetmemesi şaşırtıcı idi. Bu tavrı herkesin kendisine göre yorumlayarak farklı mânâlar çıkarmasına meydan vermek istemeyen Menderes, Zafer gazetesinin başyazarının sorduğu sorulara verdiği cevapta ezan meselesi hakkındaki kanaatlerini açıkça ifade etti.
Menderes’in ezanın aslına çevrilmesi hususunda kararlı olduğunu anlayan Kemalist çevreler kendilerine yakın gazetelerde yaygaralarına başladılar.
Ezan yasağı, M. Kemal’in emriyle başlamıştı
Adnan Menderes hükümeti, böyle tartışmalar arasında, 2 Haziran 1950 tarihinde yapılan oylamada, partisinin milletvekillerinin yarıya yakınının katılmamasına rağmen meclisten güvenoyu aldı. Menderes’in ondan sonra yaptığı ilk iş, Arapça ezan okuma yasağının kaldırılmasını esas alan kanun teklifini hazırlayıp meclise getirmek oldu.
Mustafa Kemal’in emri ile başlamıştı bu yasak. 1931 yılının Aralık ayında Dolmabahçe Sarayı’nda, aralarında Sadettin Kaynak, Hafız Burhan, Hafız Nuri gibi Müslümanların itibar ettiği meşhur isimlerin de bulunduğu dokuz kişilik komisyon toplamış ve ezanı Türkçeleştirmelerini istemişti.