Allah’ın razı olduğu şeylere “marziyat-ı İlâhî” denilir. Allah, neden razı olduğunu da peygamberleri vasıtası ile kullarına bildirmiştir.
Allah’ın kendini tanıtması, onun bize olan ihtiyacından değil, bizim ona olan ihtiyacımızdan kaynaklanmış ve o da sonsuz rahmetiyle bu fıtrî ihtiyacımızı yerine getirmek için kendini bize tanıtmıştır.
İnsan âciz, güçsüz, zayıf olduğu gibi muhtaç olduğu hiçbir şeyi yaratamayan, her an ihtiyaç duyduğu havayı bile yoktan var etmekten çok uzak olan, diğer yandan bir çiçeği istediği gibi, bir baharı da isteyen, bir baharı arzu ettiği gibi, ölümden sonra cenneti de aşk derecesinde arzulayan, hayalleri, emelleri ebede kadar uzanan zavallı-perişan bir mahluktur.
Bu mahluk bütün kâinatın yegâne sultanı olan Rabbini tanımazsa, bütün ihtiyaçlarını yerine getirebilen kudrete sahip olan kendi malikini bilmezse, bütün dünyanın sultanı dahi olsa kaç para eder.
Allah (cc), “Ben cinleri ve insanları yalnız beni tanıyıp kulluk etsinler diye yarattım.”1 buyurmakta.
Hz. Peygamber (asm) da bir kudsî hadiste: “Ben gizli bir hazine idim, bilinmek istedim [bilinmeye muhabbet ettim] ve kâinatı yarattım”2 buyurarak beşerin nazar-ı dikkatini marziyat-ı İlâhîye’ye çekmektedir.
Demek ki, beşer için, Allah’ı tanımaktan daha önemli bir mesele yoktur. Kaldı ki, Allah’ı tanımayan, Allah’a nasıl kulluk edebilir? Marziyat-ı İlâhîye’nin netayicinde, ebedî bir hayat olan cennet gibi mükâfattan nasıl istifade edebilir?
Bu vesile ile Kocaeli ilimizdeki genç kardeşlerimiz hassaten liseli kardeşlerimiz, Marifetullah denilen kâbe-i kemalât yolundaki yapmış oldukları gayretlerini, himmetlerini takdir ediyoruz ve tebrik ediyoruz.
Mutad olarak gerçekleştirilen, marifetullah derslerinin -mana tefekkürlerinin- yanısıra her hafta Cumartesi günleri dağ ve deniz manzaraları eşliğinde Karamürsel ilçemizde öğle namazına müteakip; “bu asrı, belki gelen istikbali tenvir edebilir bir mu’cize-i Kur’âniye olan Risaletü’n-Nurdan”3; marziyat-ı İlâhîye’yi kazanma minhaclarına bir yenisini daha eklediler.
Asrımıza, Cenab-ı Hakk’ın bir ikramı olan Risaletü’n-Nur’dan; merak-ı mucib bahisler, mütalâa ve müzâkere şeklinde gerçekleştirilmektedir.
Bana sizin hizmetiniz değil tesanüdünüz lâzım!
Üstad Bediüzzaman Hazretleri, Said Özdemir ağabeye hitaben: “Siz hizmeti düşünmeyin! Hizmeti en muhalife dahi Cenab-ı Hak yaptırır. Sizin düşüneceğiniz, uhuvvet, muhabbet, ittihat ve tesanüddür. En fazla düşüneceğiniz bunlardır. Bugün bize en fazla lâzım olan budur”4 demişti.
“Hakikî, samimî bir ittifakta herbir fert, sair kardeşlerin gözüyle de bakabilir ve kulaklarıyla da işitebilir. Güya on hakikî müttehid adamın her biri, yirmi gözle bakıyor, on akıl ile düşünüyor, yirmi kulakla işitiyor, yirmi el ile çalışıyor bir tarzda, manevî kıymeti ve kuvvetleri vardır.”5
Bu zaman ve zeminde bu kıymet ve kuvvetlerden istifade etmek lâzım ve elzemdir.
Allah rızası için yapılan az bir amel, Allah için yapılmayan çok amelden daha değerli ve daha faziletlidir. Allah amelin kemiyetine, büyüklüğüne değil, keyfiyetine bakıyor.
“İhlâs ve rıza-yı İlâhî yolunda zerre, yıldız gibi olur. Vesilenin mahiyetine bakılmaz, neticesine bakılır. Madem neticesi rıza-yı İlâhîdir ve mayası ihlâstır; o küçük değildir, büyüktür.”6
Allah’ın rızasını gözeterek yapılan her türlü amel ve hizmetin kesinlikle küçüğü büyüğü olmaz. İhlâs noktasında hepsi büyüktür. Bazen küçük görülen hizmetler, hakikat cihetinde büyükten daha büyük olabilir.
Elhasıl; “Her şakirdin vazifesi, yalnız kendi imanını kurtarmak değil; belki başkasının imanlarını da muhafaza etmeye mükelleftir.”7 fehvasınca; uhuvvet, muhabbet, ittihat ve tesanüd meclisinde marziyat-ı İlâhîye’yi kazanma minhaclarına hâli ve vakti müsait olan kardeşleri de davet ediyorlar.
Bu Kur’ânî ve imanî sofradan istifade edebilmek temenni ve duasıyla…
Dipnotlar:
1. Zariyat Suresi: 56.
2. Aclunî, Keşfü’l-Hafa, II, 132.
3. Kastamonu Lâhikası, 2. Mektup.
4. N. ŞAHİNER, age, IV/129.
5. Lem’alar, 21. Lem’a, 2. Düstur.
6. Lem’alar, 20. Lem’a, 6. Sebep.
7. Kastamonu Lâhikası, 124. Mektup.