Dava adamı, doğru bildiği ve doğruluğunu felsefî olarak temellendirip içselleştirdiği dâvâsı için yaşar. Dâvâsı uğruna her tür meşakkati, hatta ölümü göze alır.
Zübeyir Gündüzalp: Dâvâ adamını anlamak (1)
Makale: Prof. Dr. İbrahim Özdemir
Üsküdar Üniversitesi Öğretim Üyesi
***
Dâvâ adamı
Dâvâ adamı, kendisi için değil, dâvâsı ve inandığı değerler için yaşayan insandır. Doğru bildiği, doğruluğunu felsefî olarak temellendirdiği ve içselleştirdiği dâvâsı için yaşar. Dâvâsı uğruna her tür meşakkati; hatta ölümü göze alır.
Bunun düşünce tarihindeki en tipik örneği Atina’nın sıradan vatandaşı olan ve MÖ 469-399 yılları arasında yaşamış olan Sokrates’tir.
Zübeyir Gündüzalp ne zaman anılsa aklıma nedense ünlü filozof Sokrates gelir. Biri felsefenin babası sayılır, diğeri ise mütevazı bir Anadolu insanıdır.
Peki, aralarındaki ortak nokta nedir?
Benim açımdan her ikisinin de amacı birdi ve her ikisi de dâvâ adamıydı. Ortak noktaları ve amaçları ise hayatı sorgulamak; sıradan bir hayat yaşamamak ve bunu karşılaştıkları gençlerle tartışarak öğretmekti.
Gençlerin heva ve heveslerine uyup, sıradan bir hayat yaşamalarını istememeleriydi. Her iki zatın başına ne geldiyse, bundan dolayı geldi. Gençleri uyarmak; hayatı sorgulamalarını istemekle kurulu düzenin kin, nefret ve baskısını üzerlerine çektiler.
Sokrates ve Hayatı Sorgulama
Sokrates sorgulama işini o kadar ileri götürdü ki, “sorgulanmamış bir hayat yaşamaya değmez” dedi. Ona göre bizi hayvanlardan ayıran en temel özellik, hayatı ve hayatın anlamını sorgulamak; sıradan ve erdemsiz bir hayatı yaşamayı reddetmekti.
Sorgulayan, düşünen ve eleştiren insanlar her zaman insanları koyun gibi gütmek isteyen yöneticileri rahatsız etmiş ve hâlâ da etmektedir. Sokrates’in sokak ve cadde başlarında durup, Atinalı gençleri hayatı sorgulamaya dâvet etmesi; Atina’nın idarecilerini endişelendirdi.
Aslında Sokrates’in tek bir isteği vardı; hayatı yemeden-içmeden ibaret sayan; erdemi, fazileti, adaleti düşünmeyenleri önce uyarmak, sonra da eleştirmek.
Erdemli bir hayat onun için ölüm-kalım meselesiydi.
Tutuklandı, hapsedildi ve büyük bir jüri önünde yargılandı. Gücünü kaba kuvvetten alan idarecilerce ölüme mahkûm edildi.
Sokrates gibi bir insanın ölmesini istemeyenler haber gönderdiler:
Sokrates’in tek suçu Atinalı gençlere hayatı ve kurulu düzenin onlara “doğru olarak” sunduğu her şeyi sorgulamayı öğretmekti. Onu yargılayanlar, bunun için yargılıyordu. Gerisi teferruattı.
Bundan dolayı onu yargılayanlar açık ve net olarak taleplerini dile getirdiler:
“Sokrates, biz (…) seni serbest bırakacağız, ama bir şartla: artık bir daha böyle herkesi sorguya çekmeyeceğine ve filozofluk etmeyeceğine söz vermek şartıyla; bunları yapmakla bir daha suçlandırılırsan, öleceksin”.
Sokrates, faziletli yaşama dâvâsı uğruna ölümü bile göze alabileceğini; aslında bunun kendisine Allah tarafından verilmiş ilâhî bir görev olduğunu vurgulayan şu muhteşem cevabı verdi:
“Atinalılar, size saygı ve sevgim vardır; ancak, ben size değil, yalnız Allah’a baş eğerim; ömrüm ve kuvvetim oldukça da iyi biliniz ki, felsefe ile uğraşmaktan, karşıma çıkan herkesi buna yöneltmekten, felsefeyi öğretmekten vazgeçmeyeceğim; karşıma çıkana, her zaman dediğim gibi gene şöyle diyeceğim:
“Sen ki, dostum, Atinalısın, dünyanın en büyük, kudretiyle, bilgeliğiyle en ünlü şehrinin hemşehrisisin; paraya, şerefe, üne bu kadar önem verdiğin halde bilgeliğe, akla, hiç durmadan yükseltilmesi gereken ruha bu kadar az önem vermekten sıkılmaz mısın?
Kendisiyle münakaşa ettiğim bir adam bu saydıklarıma önem verdiğini söylerse, yakasını bırakacağımı ve salıvereceğimi sanmayınız; hayır, gene soracağım, onu gene sorguya çekeceğim, onunla gene münakaşa edeceğim; erdemli olduğunun bir sözden başka bir şey olmadığını anlarsam, kendisini, değeri büyük olana az değer verdiğinden değeri küçük olana çok değer verdiğinden ötürü utandıracağım.
Aynı sözleri genç, ihtiyar, yurttaş, yabancı, herkese, hele benim kardeşlerim olduklarından dolayı bütün hemşerilerime tekrarlayacağım.
Çünkü biliniz, bu bana Allah’ın bir buyruğudur; şuna inanıyorum ki şehrimizde, şimdiye kadar Allah’a benim bu hizmetimden daha büyük bir iyilik edilmemiştir. Çünkü ben, genç, ihtiyar, hepinizi, vücudunuza, paranıza değil, her şeyden önce ruhun en yüksek terbiyesine önem vermeniz gerektiğine kandırmaktan başka bir şey yapmıyorum.
Evet, benim vazifem, size para ile erdemin elde edilemeyeceğini, paranın da, genel olsun, özel olsun, her türlü iyiliğin de, ancak erdemden geldiğini söylemektir.
Ben bunları öğretmekle gençleri doğru yoldan ayırıyorsam, zararlı bir insan olduğumu kabul ederim.”
Sokrates’e kulak verdiğimizde faziletli bir hayatı savunmanın fedakârlık gerektirdiğinin farkında olduğunu görüyoruz.
Kendi hayatına mal olacağını bildiği halde Sokrates “bir baba, bir ağabey gibi teker teker” Atinalı gençlerle uğraşmayı kutsal bir dâvâ olarak gördü.
Ona göre bunun tersi insan tabiatına aykırı bir durumdu.
Sokrates insanlara, özellikle de gençlere “yol gösterme ve aydınlatma” karşılığında Sofistler gibi para talep etmiyordu. Bu niteliğiyle de “menfaat ve çıkar sağlama” iddialarını boşa çıkarıyordu.
Bu iddiasının en büyük delili ise “fakirliğim” diye cevaplıyordu.
“Sizi yetiştiren, sizi aydınlatmak için işini gücünü bırakmayı her şeyden üstün gören fakir bir adama yakışan mükâfat ne olabilir?” diye de ekliyordu.
Sokrates tabiî olarak kendi insanından yaptıklarının takdir edilmesini beklediği anlaşılmaktadır.
Atina şehir devletinin muktedirleri onun idam etmekte kararlıydılar.
Konuyu enine-boyuna düşünmüş ve tartışmışlardı. Kendi iktidarlarının devamını, bu iktidarı sorgulayan bu adamdan kurtulmakta görmüşlerdi.
Onu idam ederek bir an önce ondan kurtulmak istemelerinin sebebi buydu.
Böylece sorgulayan gençler yerine, itaat eden bir gençlik yetiştirecek; Atina’yı istedikleri gibi yönetmeye devam edeceklerdi.
Sokrates de bunun farkındadır.
Kendisine “ağzını tutamaz mısın, sana kimse karışmadan yabancı bir şehre giderek, yaşayamaz mısın?” diyenlere böyle yapmasının “Allah’a karşı bir itaatsizlik olacağını” düşünüyordu.
Gençlerle konuşmaya ve onlara doğru düşünmeyi ve erdemli bir hayat yaşamayı öğretmeye devam edeceğini söyledi. “Erdem üzerinde hem kendimi hem başkalarını sınadığım daha birçok meseleleri her gün tartışmanın insan için en büyük iyilik olduğunu, [sorgulanmayan] bir hayatın yaşamaya değer bir hayat olamadığını” tekrarladı.
Dâvâsı uğruna idam edileceğini anlayan Sokrates mahkemeden özür dileyerek kendini küçültmedi. Dahası mahkemeye ve mahkemede hazır bulunan hemşerilerine bir görev yükledi:
“Sizden dileyeceğim bir şey daha kaldı: çocuklarım büyüdükleri zaman, erdemden çok zenginliğe yahut herhangi bir şeye düşkünlük gösterecek olurlarsa, ben sizinle nasıl uğraşmışsam, siz de onlarla uğraşınız, onları cezalandırınız; kendilerine, kendilerinde olmayan bir değeri verir, önem vermeleri gereken şeye önem vermez, bir hiç oldukları halde kendilerini bir şey sanırlarsa, ben sizi nasıl azarlamışsam, siz de onları öyle azarlayınız.”
Sokrates baldıran içirilerek öldürüldü.
Ancak hayatı sorgulama ve erdemli bir hayat için hayatını ortaya koyma mücadelesi devam etti.
Atinalı gençler Sokrates’in öğretisini bütün dünyaya yaydılar ve duyurdular.
Bugün felsefe kitaplarında Sokrates’ten felsefenin babası olarak söz ediyoruz. Bunun sebebi, onun hayatı sorgulayarak; anlamlı ve erdemli bir hayatı vurgulaması, ot gibi, hayvan gibi sorgulamadan yaşanacak sıradan bir hayatı yaşamayı reddetmesi ve bu uğurda canını feda etmesidir.
Onu yargılayanlar ise onu idam etmekle; erdemli bir hayat arayışını durdurabileceklerini sandılar.
Gençleri yeniden bedeni hazlarına esir olup, hayatı sorgulamayacaklarını, kendilerini eleştirmeyeceklerini sandılar. Hâlbuki hayatı sorgulamak, hayatın anlamını aramak ve erdemli bir hayat yaşamak insan olmanın gereğiydi. Sokrates gençlerle tartışarak, onları sabırla dinleyerek bu hakikati onların zihinlerine nakşetmişti.
Sokrates’in gençlere mesajı açık ve netti:
Hiçbir canlı hayatın anlamını sorgulamaz. Her canlı hayata gözlerini açar açmaz, nasıl yaşayacağını; hayatını nasıl idame ettireceğini bilir.
İnsana gelince, hayatın anlamıyla ilgili soruları sormadan edemez.
Bazen hayatına mal olsa da insan sürekli olarak hayatı ve hayatını sorgular.
Kimim?
Nereden geliyorum?
Nereye gidiyorum?
Ölüm nedir?
Ölümden sonra hayat var mıdır?
İyi-kötü, güzel-çirkin, adalet-zulüm, fazilet-faziletsizlik…
Hepsi bu bağlamda anlam kazanır.
Sokrates’in erdemli bir hayatı, erdemsiz bir hayata tercih etmesi; gerektiğinde bu uğurda hayatını vermesinin sırrı da burada gizlidir.
Bediüzzaman Said Nursî’nin tabiriyle, insanlarda vicdanı kaldırıp yok etmeden “zulm ve bîdad” ile fazileti ve fazilet arayışını yok etmek mümkün değildir.
Sokrates’in düşünce ve felsefe tarihinin en saygın kişilerinden birisi olmasının sebebi çok sofistike bir filozof olması veya geriye büyük felsefî bir sistem bırakması değildir.
Tam aksine, vefat ettiğinde geriye tek bir kitap veya Risale bırakmadı.
Başta Platon olmak üzere talebeleri faziletli bir hayat için hayatını veren üstadlarının mirasını ebedîleştirdiler.
Sokrates hayatın anlamını “sorgulayarak” temellendirdiği ve “erdemli hayat” için tereddüt etmeden hayatını feda etmesiyle; erdemli hayat için ölünebileceğini gösterdi.
Sadece zamanın Atinalılarına değil, bütün insanlığa büyük bir ders verdi.
Bugün bütün dünyada felsefe derslerine başlarken Sokrates’ten bahsediliyorsa, bunun sebebi hakikat ve erdemli bir hayat için hayatını ortaya koymasıdır.
Bu niteliği ile hakikat-ötesi bir dünyanın şaşkın insanlarına hâlâ vereceği dersler var.
DEVAMI YARIN