Vaktiyle, memleketin birinde, savaş kapıya dayanmıştır.
Padişahın keyfi için ülke yeni bir savaşa daha sürüklenmektedir. Padişahın adamları köy köy gezerek orduya asker toplamaktadır. İnzibatlar, önceki harplerde iki oğlunu şehit vermiş bir ailenin de kapısını çalarlar.
Gözü yaşlı aile elmecbur sağ kalan son oğullarıyla da helalleşir ve onu da harbe gönderirler. Oğlunun arkasından bakan baba, oğlunu götüren inzibatlara şöyle seslenir:
“Padişahımıza bizden selam söyleyin. Bir daha bize güvenip de savaşa girmesin…”
Bugünkü köşe yazımız, yoğun gündem arasında kaynayan doğurganlık hızı hakkında olacak.
TÜİK verilerine göre Türkiye’deki doğurganlık hızı 1.51’e gerileyerek, doğum yenilenme eşik değeri olan 2.1’in altına düşmüş. Doğurganlık hızının bu seviyede devam etmesi ise yaşlı nüfusun artması ve genç nüfusun azalması anlamına geliyor.
Eskiden beri konuşmalarında “en az üç çocuk” vurgusu yapan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu çağrısı halkta karşılık bulmamış gibi görünüyor.
Haberlere göre, doğurganlık hızını yeniden doğum yenilenme eşiğinin üzerine çıkarmak isteyen iktidar, birtakım teşvikler getirmeyi planlıyormuş.
Ücretli doğum izni süresinin çocuk sayısına göre kademeli olarak artırılması ve uygun mesleklerde olup doğum yapan annelere uzaktan çalışma imkânı getirilmesi öne çıkan seçenekler arasındaymış.
Ancak öyle görünüyor ki tek başına doğum izni süresini artırmak doğurganlık hızını artırmaya yetmeyecek. Çünkü bu konuda doğum izni süresinden başka problemler de var. Ekonomik problemler ise açık farkla öne çıkıyor.
Pahalılığın cep yaktığı günümüzde; çocukların ihtiyaçlarının bihakkın karşılanması, çalışan anneler için bakıcı ve kreş sorunu, eğitimin pahalı olması, sağlık ve tedavi masrafları, güvenlik gibi sebepler çocuk sahibi olmayı isteyen anne ve babaları kara kara düşündürüyor.
Yani, politikalarıyla vatandaşının cebinde büyük delikler açan iktidarın, doğum izni süresini artırmak suretiyle doğurganlık hızını artıracağını düşünmesi hayal satmaktan öte değil.
Ekonomik sebepler bir yana, aile kurumunun AKP iktidarı eliyle yaralanmış olması da doğurganlık hızını düşüren nedenlerden. Maddi hayatımıza olduğu kadar maneviyatımıza da darbeler vuran iktidar politikalarından aile kurumu da nasibini aldı ve büyük zarar gördü.
Evlenmek istemeyen gençler, evlilik dışı birliktelikler, şefkat duygusunun kedi köpek gibi evcil hayvanlar beslenmek suretiyle tatmin edilmesi gibi hususların da doğurganlık hızını düşürdüğü bir gerçek.
Yani öyle görünüyor ki doğurganlık hızının yükselmesi için göstermelik teşvikler değil çok köklü değişiklikler yapılması gerekiyor.
“Teşvikler neler olmalı” sorusu bir yana, teşviklerin maksadı da üzerinde tartışılması gereken bir konu.
İktidar, vatandaşının iyiliği ve neslin devamı gibi hayırlı maksatlar için mi yoksa hikâyemizdeki gibi “devlete asker lazım” diye mi doğurganlığı artırmak istiyor?
Sorunun cevabını Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanı Mahinur Özdemir Göktaş’tan dinleyelim:
“Durumun ciddiyetini anlatmak için şöyle bir örnek vermek isterim: Eğer bu trend bu şekilde devam ederse, bundan 20-25 sene sonra biz yeterince askere gönderecek genç bulamayacağız…”
İktidar, vatandaşına, “millet devlet için vardır” anlayışı ile ve “seni anan benim için doğurmuş” gözüyle bakmaya devam ettiği sürece doğum politikalarının samimiyeti sorgulanmaya devam edecek gibi görünüyor.
Peki çözüm ne? Çözüm, padişahın keyfiyle hareket etmesini önlemek galiba. Ne dersiniz?