30 Temmuz’da Yeşilköy Havalimanı’ndan İsviçre Cenevre’ye uçmak üzere sabah erken saatlerde buluşuldu.
Maalesef 2 kişilik ailenin gitmesine müsaade edilmedi. Kafile 37 kişiden 35’e indi. 08.20’de hareket eden uçak 2-3 saat uçtuktan sonra Uluslararası Cenevre Havaalanına indi. Bizi bekleyen otobüsümüzle önce Birleşmiş Milletlerin binasının önüne gittik ve ilk fotoğrafımızı orda çektik. Bir bacağı kırık dev sandalye heykeli vardı. Bu heykel, örgütün milletler arası düzeni ayakta tuttuğuna dair bir mesaj veriyordu.
Bu sırada bir aksaklık neticesi olarak valizim Türkiye’den gelmedi. Ancak 3 gün sonra Fransa’da otelde iken bana ulaştırıldı. Allah fakiri sevindireceği zaman önce malını kaybettirip sonra buldururmuş. Bizim olay da bu misale benzedi.
Gezinin ilk gününde Cenevre şehir turu yaptık. Bu esnada Cenevre Gölü, jet suyu fıskiyesi, eski şehrin İngiliz bahçeleri, çiçek saati gibi yerleri görme fırsatımız oldu. Bilâhare sokaklarında akan nehriyle Venedik’i andıran yemyeşil parkları ve bir de dağ gölünün bulunduğu Annecy şehrini ziyaret ettik.
İkinci gün Cenâb-ı Allah’ın muazzam bir eseri olan Leman Gölü çevresini otobüsle turlarken temaşa ettik. Sonrasında meşhur Boğazlar Antlaşması’nın yapıldığı Montrö’ye uğrayıp bir sonraki durağımız olan Neuchatel Gölü kıyısına varıp oraları gezmeye koyuluyoruz. Adıyaman’lı bir dönerciyle tanışıp dönerinin tadına baktıktan sonra Bern’e doğru yol aldık. Aare Nehri, Bern Katedrali ve 220 farklı gül çeşidinin bulunduğu gül bahçesini bünyesinde barındıran İsviçre’nin de 4. Büyük şehri olan bu güzel muhiti gezdik. Günün yorgunluğuyla otele doğru yol aldık.
Üçüncü gün Luzern ve Zürihe doğru rotamızı çevirdik. Luzern’de, gölün sakini olan kuğuları besledik. Daha sonra Chapel Köprüsü, Sekizgen su kulesi, Zürih katedrali, panoramik tur, Limnat Nehri, Lindenhöf Parkını ve Lozan anlaşmasının yapıldığı oteli gördüğümüz uzun bir gezi yaptık. Üçüncü gün de böylece nihayet bulmuş oldu.
Dördüncü güne geldiğimizde ise otelimizden ayrılıp Fransa’nın üzüm bağları ve eski tarihi evleri ile meşhur olan Colmar şehrine doğru yola koyulduk. Sabahleyin kanal turu yapıp ardından eski örtülü çarşıyı gördük. Yine bir Türk esnafa rast geldik. Onunla birlikte ağırlıklı olarak Türkiye’den gidenlerin bulunduğu camiyi, ibadethanelerini ve oralardaki esnafı gördük. Kendisi bize orada bulunan Diyanet’in camisinin ve iki mescidin kapandığı bilgisini aktardı. Biz de diğer camileri ve sohbet mekânlarını ziyaret edip oradaki imam ve diğer Müslümanlarla tanışma fırsatını bulduk. Daha sonra uçsuz bucaksız bağlardan geçip Alsace’nin birbirinden güzel olan Obrenai, Kayserbag ve Requewihr muhitlerini gezdik. Bu esnada ben otobüsün yerini kaybettim ve telefonla tur rehberine ulaştım.
Kendisi beni bulunduğum yerden alıp yeniden ekibe dahil etti. Biz de hep beraber Starsburg’a doğru yola koyulduk. Avrupa’nın ikinci siyasî şehri olan Starsburg’da bulunan Avrupa Parlamentosu, Avrupa Konseyi ve İnsan Hakları Mahkemesinin çevrelerini gezip fotoğraflarını çektik. Burada Türkiye’den binlerce dâvâ dosyasının bulunduğu bu siyasî şehirde Türk vekillerin sayısı da oldukça fazla. Artık 4. günün sonuna doğru yaklaşırken dünyanın en yüksek 6. Kilisesi ve gotik mimarisinin göz bebeği hükmünde olan ve şehrin kalbi olarak kabul edilen Notre Dame’in bulunduğu Petil France’yi (küçük Fransa) gezdik. Notre Dame’in orada konser veren bir ekibi dinleyip günün son fotoğraflarını da çektik.
Seyahatimizin beşinci gününe Ren Nehri, Murg Vadisi, termalleri, kaplıcaları ve yemyeşil güzellikleri olan Baden Baden’i gezerek başladık. Düzenli bir akışa sahip olan yüksek debili Ren Nehri’nin nakliye işlerinde kullanıldığı bilgisi öğrendik. Bilâhare güzel ve sıcak bir şehir olan Heidelberg’e doğru yol aldık.
Yeşil ormanlara sırtını dayamış bu şehri nehir ortadan ikiye bölmüş bu vesileyle inşa edilen köprüler şahane güzellikteydiler. Burada görülmeye değer olan diğer bir yapı da hiç kuşkusuz şehrin kalesiydi. Hiç ara vermeden yılda 15 milyon turistin ziyaret ettiği ve Unesco Kültür Miras Listesine adını yazdırmış olan Rothenburg’a hareket ettik. Burada da Belediye Binası (Rathaus)un bulunduğu Markt meydanı ve şehri baştan başa saran 42 kuleli suru gezip, 40 yıldır orada bulunan Türk bir öğretmenle tanışıp 2-3 saat kadar sohbet ettiğimiz yorucu bir şehir turu yaptık. Ardından Bavyera eyaletinin başşehri olan Münih’e doğru gitmeye başladık. Şehre girerken BMW otomobil fabrikasını, sivri bir mimariye sahip müzeyi ve Münih Katliâmının yapıldığı Olimpiyat stadını uzaktan gördük ve 3 saatlik bir gezintiye çıkmak üzere İsartor Kapısı yakınlarında otobüsümüzden indik.
Cuma namazını eda için cami aradık, fakat 3 tane caminin de kapatıldığını öğrendik. Türklerin yoğun olduğu bir kesime geldiğimizde ise bir çok Türkle tanışıp Türklerin yoğunlukta bulunduğu bir markette öğle ve ikindi namazını eda edebildik. Eski belediye binası, Atlas Ralhaus ve birçok kral, prens ve halk kahramanlarının bulunduğu yeni belediye binasını gördüğümüz turumuza hız kesmeden devam ettik ve bir sonraki durağımız olan Avusturya Salzburg’a vardık. Konaklamak ve dinlenmek üzere doğruca otele geçtik.
Altıncı günün sabahı kahvaltının ardından kültür harikalarına ev sahipliği yapan Salzburg şehrini gezmeye başladık. Avrupa’nın en büyük ve en iyi korunmuş kalesi olan Festung Hohensalzburg’u ve katedrali gördük. Daha sonra çiçeklerle donatılmış Mirabell Sarayını gezme fırsatını değerlendirdik. Gerçekten çok kapsamlı bir kültüre yuva görevi gören bu şehirde Mozart gibi meşhur bir bestecinin yaşadığını öğrendik, yaşadığı evi fotoğraflayıp ardından Salzburg’un ortasından geçen nehrin kıyısında yürüyüş yapmak üzere çıktığımız yolda Barok ve Rönesans dönemine ait binaların bulunduğu Residans Meydanını gördük. 6. günde tamamlanmak üzereyken Dünya Kültür Miras Listesine eklendiğini öğrendiğimiz Hallstatt’ın gölünü, manzaralarını ve tuz mağaralarını gördük.
Yedinci günün bir kısmı etrafını ormanların nehirlerin ve göllerin kapladığı Slovenya’ya ulaşmak için kullandığımız otobanda geçti. Ljubljana’ya vardığımızda fazla gecikmeden panoramik şehir turuna başladık. Nehir ile ikiyi bölünmüş olan bu şehrin bir çok güzel köprüsü var. Biz de Üçlü Köprü, Kunduracılar Köprüsü, Ejderhalar Köprüsü ve Kasap Köprüsü’nü gezip günümüzü tamamladık.
Sekizinci güne Ljubljana’ya kalesine fünikülerle çıkarak başladık. Artık seyahatimizin son günü olması hasebiyle vakti iyi değerlendirmek istedik. Avrupa’nın en güzel 10 kasabasından birisi olmaya layık görülen Bled’e doğru yola koyulmadan önce Unesco tarafından koruma altına alınmış olan Postajna’yı yani dünyanın en uzun yeraltı mağarasını gezdik. Mağara çok uzun olduğu için bir kısmı trenle geziliyordu. Biz de sarkıt ve dikitler arasında yürüdük. Bu esnada da akvaryuma koruma altında bulunan kör bir mağara semenderi olan Proteus’u da gördük. Bilâhare Bled’e doğru ilerlemeye başladık. Vakit darlığı sebebiyle orada sadece gölde yüzme yarışı yapanları seyredebildik. Görülmeye değer bu gölün ortasındaki adaya motorla gidip gezmek isterdik, fakat maalesef olmadı.
Belirlenen saatte otobüsün önünde buluşup Türkiye’ye dönmek üzere Ljubljana’ya havaalanına doğru yola koyulduk. Nihayet memleketimize vardık. Dolu dolu geçen bu güzel gezide gördüklerimi aktarabildiğim kadar sizlere de aktarmak istedim.
İnşallah böyle güzel yerleri görmek herkese nasip olur.