Kendisiyle İstanbul Fatih’te yabancı ilim adamlarının Türkiye’ye geldiği derslerde, Risale-i Nur’u tanıtmak için konuşma yapıyorken tanıdım.
Prof. Servet Armağan tercümanlık yapıyordu, fakat Arap ilim adamı, Zübeyir Ağabeyin sözlerini anlıyordu, tercümeye hâcet yok diyordu.
Sair zamanlarda Süleymaniye 46’da namaza inince görürdüm. Tesbihatta “Yâ Şâfii, Yâ Allah”ı 3-5-7 defa tekrar ettiğini duyardım. Demek ki rahatsız idi, şifâ olsun diye çok diyordu.
Gene bir defasında, bana ve yanımdakilere, bir konuşma yapıyordu. “Psikolojik eğitim şart” dedi. Ben de onun yanından çıktıktan sonra, “Eğitim Psikolojisi” adlı kitabı aldım ve okumaya başladım.
Yine 46 no’da bir sohbet esnasında “sizin okul mezunları apartman veya iş hanlarının ikinci veya üçüncü katlarında muhasebe bürosu açıyorlar” dedi. Ben bunu emir veya öğüt, nasihat gibi gördüm. Muhasebe bürosu açtım ve bereket gördüm.
Biraderimin bu hizmete girmesine vesile oldum. Fakat o “vakıf” olmayı tercih etti ve eve gelmemeye başladı. Evde kıyametler kopuyordu. Abim muhalifti, annemi de dolduruyordu. “Ferudun bu işten sorumludur, o getirsin” diyorlar. Annem, mantosunu giyip, “karakola gideceğim, şikâyet edeceğim” diyordu.
Çok zor durumda kalmıştım, zar zor durdurdum. Ama, ertesi gün, Zübeyir Abi biraderi eve yollamış, “koş ananın elini öp” demiş, birader geldi ve durum düzeldi. Zübeyir Ağabeyin alnında bir kartopu gibi Nur vardı. Sultanahmet Camii’nin yakınında gördüm ve hayranlıkla seyrettim.
Eski Adliye Sarayı’nda bir mahkemeye gitmiştik. Semih Topçu yargılanıyordu, biz de gitmiştik. Necmeddin Şahiner de gelmişti. Zübeyir Ağabey nasılsa oraya gelmiş ve Risale-i Nur talebelerinin gelmesinin yanlış olduğunun kanaatinde imiş. Necmeddin Şahiner’i ikaz etmiş. Necmeddin Şahiner oradan ayrılmış, tâ Kadırga Kumkapı’ya kadar yürümüş, anlatmıştı.
Biz Eyüp’te oturuyorduk. Bir gün Eyüpsultan Camii’nde bahçede Zübeyir Abiyi gördüm, yanına gittim. Konuştuk ve ben onu evimize dâvet ettim, “çorba içeriz” dedim. Kabul etmedi, ayrıldık. Birkaç adım attıktan sonra, birden geri döndü. ‘Kardeşim gel, sana lokantada bir çorba ısmarlıyayım’ dedi. Bu sefer ben kabul etmedim, ayrıldık. Keşki kabul etseydim. Abinin bir çorbasını içmiş olurduk.
İttihad Gazetesi’nde çalışırken, bir gün bayram geldiğinde birer çift çorap ve mendil verdiler. Bu, Zübeyir Abinin size hediyesidir dediler. Zübeyir Abi bizi hatırladı diye aldık, memnun olduk. Çok ciddî bir Risale-i Nur Talebesiydi. Allah rahmet eylesin. Makamı Cennet olsun.