Maddi ve manevi anlamda yetişmiş insanların değişik sebeplerle başka ülkelere göç etmesi, kısaca “beyin göçü” Türkiye’nin karşı karşıya olduğu en büyü problemlerden biridir.
Türkiye’yi idare edenler her ne kadar bu meseleyi “dert” olarak görmeseler de konu çok önemlidir ve acil çare bulunmak mecburiyetindedir. “Eğitimli insan gücü”nü kendisine çeken ülkeler kazançlı çıkarken “beyin göçü”ne maruz kalan ülkeler kaybetmiş oluyor. Avrupa ya da Amerika’nın “zengin” olması sadece kendi gayretleri ve çalışmaları ile değil, buna ilave olarak dünyanın değişik ülkelerinden “yetişmiş, eğitimli insanlar”ın bu ülkelere göçmüş olmasıyla alakalıdır. Bir ülke düşünün ki burada doğan bir çocuk diyelim ki 30 yaşına kadar okuyor ve tam verimli olacağı bir dönemde “kalifiye insan” olarak başka bir ülkeye göçüyor. Burada kazançlı olan kim olur? Ülkemizi düşünelim. Türk Tabipleri Birliği’nin rakamlarına göre, 2012’de sadece 59 doktor yurt dışına taşınma amacıyla başvururken, 2021’in ilk 11 ayında bu sayı 1200’ü aşmış. (bbc.com/turkce, 14 Aralık 2021)
Misal verilen bir yılda, bin yetişmiş kişinin başka ülkeye göç etmiş olması büyük bir kayıp değil mi? Aynı zamanda 10 yıl önce 60 kişi göçerken, 10 yıl sonra bu rakamın 1200 civarında olması çok dikkate değer bir durum değil mi? Türkiye’den Avrupa’ya iltica başvurularının rekor kırması Türkiye’yi idare eden iktidarı hiç düşündürmüyor mu? Kabahat hep “gidenler”de mi?
Uzmanlar idarecileri uyarıyor, ama dinleyen kim! “Türkiye’nin aldığı düzensiz göç ve iltica, düzenli göç gibi ülke kalkınmasına katkı sunabilecek nitelikte değil. Verdiği göç ise ne yazık ki en niteliklilerin göçü” diyen Prof. Dr. M. Murat Erdoğan şöyle devam etmiş: “Beyin göçü engellenemez ama itici faktörleri azaltarak makul seviyeye çekmek bizim elimizde. Hukuk sistemi ve insan haklarındaki erozyon, insanların kendilerini güvende hissetmemesine, aslında onları koruması gereken devletin onları korumayacağını düşünmesine, başlarına bir şeyler gelmesinden korkmaya başlamasına yol açtı. En önemlisi ise liyakattaki kırılma. ‘En iyi okullarda da okusam, çok başarılı da olsam, arkamda siyasi bir güç olmadan bir yere gelemem, gelsem de başıma öyle birini atarlar ki elim kolum bağlanır’ diye düşünüyorlar. Ne yazık bazı siyasiler bu nitelikli insanları Türkiye’nin zenginliği olarak değil, kendilerine rakip, bir tehdit olarak görüyor, ‘Giderlerse gitsinler’ gibi açıklamalar yapılabiliyorlar. Bu da daha büyük umutsuzluğa yol açıyor… (...) Türkiye’nin petrolü, doğal gazı yok. Türkiye Cumhuriyeti bugüne gelebilmişse, (...) bunu eğitimle, doğru insanların doğru yerlerde istihdam edilmesiyle başarabildi. Yıllarca emek verip yetiştirdiğiniz, çok nitelikli insanlarımız gidiyor. Yapay zekânın, mühendisliğin, teknolojinin egemen olacağı dünyada, bu kopuşun ülkenin geride kalma riskini daha da artırma riski çok yüksek.” (dw.com, 18 Haziran 2024)
Bakınız, yine iş geldi “hukuk sistemi ve insan haklarındaki erozyon”da düğümlendi. Ve tabii ki liyakatsizliğin hükmetmesine... Çare belli olduğu halde Türkiye’yi idare eden iktidarın yanlışta ısrar etmesi ne ile izah edilebilir?