Bediüzzaman’ın ifadesiyle “Kinâye veya târiz sûretiyle, yani gayr-ı sarîh (açık olmayan) bir kelimeyle söylenilen yalan, kizbden sayılmaz.”1
Ayrıca “Mâlûmdur ki, fenn-i belâgatta bir lâfzın, bir kelâmın mânâ-i hakîkîsi, başka bir maksud mânâya sırf bir âlet-i mülâhaza(düşünme âleti) olsa, ona lâfz-ı kinâî(kinâye yollu söylenmiş lâfız) denilir. Kinâî tâbir edilen(dolaylı, örtülü ifadeyle söylenen) bir kelâmın mânâ-i aslîsi medâr-ı sıdk ve kizb değildir; belki kinâî mânâsıdır ki, medâr-ı sıdk ve kizb olur. Eğer o kinâî mânâ doğru ise, o kelâm sâdıktır; mânâ-i aslî kâzib dahi olsa, sıdkını bozmaz. Eğer mânâ-i kinâî doğru değilse, mânâ-i aslîsi doğru olsa, o kelâm kâzibdir.”2
Kinâye veya târiz
Farklı mânâya gelebilecek kinâyeli bir söz veya bir kimseye dokundurmak, uyarmak veya dikkatini çekmek gayesiyle yapılan târiz şeklindeki konuşmalar kizbden sayılmaz. Târizde söylenen sözün gerçek veya mecâz anlamıyla kullanılmasından çok, zıt anlamının kullanılması önemlidir. Kinâyede ise farklı mânâya gelecek sözler tercih edilir. Onun için kinâye veya târiz, yasak olan yalan şumûlüne girmemektedir. Meselâ, “Filânın kılıncının bendi uzundur” denilse, kılıncı olmazsa da, fakat kameti(boyu) uzun olursa, yine hüküm doğrudur, yalan değildir.”3 Veya “kinâî misâllerinden, “Filânün tavîlü’n-necâd” denilir. Yani, “Kılıncının kayışı, bendi uzundur.” Şu kelâm, o adamın kametinin uzunluğuna kinâyedir. Eğer o adam uzun ise, kılıncı ve kayışı ve bendi olmasa da, yine bu kelâm sâdıktır, doğrudur. Eğer o adamın boyu uzun olmazsa; çendan, uzun bir kılıncı ve uzun bir kayışı ve uzun bir bendi bulunsa, yine bu kelâm kâzibdir. Çünkü, mânâ-i aslîsi, maksud değil.”4
Tevriye de yalan değildir
Bu açıklamalara binâen “Aman boş ver onları, burnu büyük adamlardan bize hayır gelmez” sözü gerçekten burnu büyük olduğunu ifade etmez, bu insanlardan hayır gelmez, gururlu ve kibirli olurlar mânâları kinâye şeklinde ifade edilmiştir. Peygamberimiz(asm) de “Tevriyeli, kinâî ifadelerle yalandan kurtulup rahatlama vardır.”5 buyurur. Bediüzzaman da 1935 Eskişehir Mahkeme Müdâfaâtı’nda “Hem, bütün müdâfaâtımda ara-sıra görünen mülâyimâne ve musâlahakârane tabirler ise; “tevriye” nev’inden olarak mahzan masum kardaşlarımı kurtarmak içindir.”6 şeklinde ifadeyle “tevriye” sanatını istimal etmiştir. Yani birkaç mânâsı olan bir kelimeyi kullanan kimsenin en uzak mânâyı kasdederek söylemesi tevriye olarak biliniyor.
Târiz, zarûret durumunda kullanılır
Konumuzla alâkalı şu açıklamalar da çok manidârdır: “Hz. Ömer (ra) “Târiz yoluyla konuşmakta, insanı yalandan kurtaran bir taraf vardır.” demiştir. Bundan maksat, insan yalan söylemeye mecbur kaldığı vakit, îmâ ve târiz yollu sözlerle onu atlatmaktır. Zarûret olmadığı zaman, târiz yoluyla konuşmak da câiz değildir. İbrâhim Nehâî, kendisini ilimden ve hayırdan alıkoyacak sevmediği bir adam kapıya geldiği zaman, hizmetçisine şöyle tenbih ederdi: “Benim için, ‘burada değil’ deme; ‘dur, mescide bir bakayım, onu arayayım’ de.” Şa’bî de, sevmediği biri kendisini aradığı zaman, hemen bir daire çizer ve hizmetçisine, “parmağını bu dairenin içine koy ve ‘burada değil’ de” diye târiz yollu ifade kullandırırdı. Bütün bu ve benzeri yollar, ihtiyaç halinde başvurulan sâlim yollardır. Zarûret olmadıkça bunlara başvurulmaz, câiz değildir. Peygamber Efendimiz(asm), şaka ile de olsa hiç yalan söylememiş ve şaka ile de olsa yalana müsâade etmemiştir. Ama güzel nükteler, şakalar yapmıştır.”7
Dipnotlar:
1- İşârât’ül-İ’câz, 2013, s.153
2- Sözler, 2013, s.1002
3- Muhakemat, 2013, s.32
4- Sözler, 2013, s.1002
5- et-Tâc, 5: 55.
6- Müdafaalar, Eskişehir Mahkemesi [1935]
7- https://www.islamiokul.com/kutuphane/muhtelif/kavramlaransiklopedisi/Sidk-Dogruluk/34.htm