Hangi görüşte ve düşüncede olursa olsun; dost-düşman ayrımı yapmadan bütün insanlara Nurlardaki hak ve hakikatleri, ölçü ve prensipleri tebliğ etmekle vazifeli olan hadimler olarak çoğu zaman bu sorumluluğumuzu yeteri kadar önemsemiyoruz ya da “Tebliğ ediyorum ama dinlemiyorlar” gibi bahanelere sığınıyoruz.
Hâlbuki bize düşenin tebliğ olduğunun, hidayetin ancak Allah’ın (cc) işi olduğunun şuuru ile hareket etsek; bıkmadan, tebliğ sorumluluğumuzu yerine getiririz.
Bu meyanda, tebliğlerimizin gönüllerde yer etmesinde ve etkili olmasında Üstadın: “Nefsini ıslah etmeyen başkasını ıslah edemez.” yine Zübeyir ağabeyin: “Başkalarını ıslah için evvelâ kendimizi ıslah etmek icap eder.” ifadelerinden hareketle işe kendimizden başlamak lazım.
Üstad Bediüzzaman’ın tarzına baktığımızda; onun dile getirdiği bütün hakikatlerin ilk muhatabının kendi nefsi olduğunu ifade ediyor.
“Dert benimdir, deva Kur’an’ındır.” diyerek, bütün insanlığı irşad için yola çıkan Bediüzzaman’ın bu ilanına; kalbi yaralı olan, bir arayış içinde olan nice insan kulak verdi. Onlar, yaralı olan kalplerini tedavi ederek, gerçek huzura ve saadete eriştiler.
Onun, insanları ikna için takındığı tavra baktığımızda, kendisini gayet acz ve fakr içinde hayatını geçiren bir insan olarak nazarlara verdiğini görüyoruz.
Hemen herkesin hayranlıkla şahit olduğu onca ilmine, irfanına, ihlâsına rağmen, “Ben nefsim ile musalaha etmemişim, çünkü terbiye etmemişim.”, “Ben kendimi beğenmiyorum, beni beğenenleri de beğenmiyorum.” “Evet lezzetli üzüm salkımlarının hasiyetleri, kuru çubuğunda aranılmaz. İşte ben de öyle bir kuru çubuk hükmündeyim.” gibi, serapa mahviyet ve tevazu yüklü beyanlar sayesinde Nur külliyatı ile nice insanların necatına, kurtuluşuna vesile oldu. “Meziyetin varsa, hafa türabında kalsın, tâ neşv ü nema bulsun.” gibi dikkat çekici tavsiyelerine öncelikle kendisi riayet ederek, Yüce Allah’ın kendisine bahşettiği meziyetlerinin, kabiliyetlerinin, istidatlarının hemen hepsini setrederek yalnız Kur’an’dan lemean eden Risale-i Nur’daki hak ve hakikatleri nazarlara verdi.
“Bu zaman, ehl-i hakikat için, şahsiyet ve enaniyet zamanı değil” buyuran Üstad Bediüzzaman, hizmet-i Kur’aniyede şahısların değil şahs-ı manevinin daha verimli, daha etkili olduğunu; dolayısıyla ferdî hizmetlerden ziyade cemaatle beraber yapılan hizmetlerin daha faydalı ve tesirli olduğuna dikkatleri çekiyor.
Kısaca, Nurlarla hizmeti dava edinen hadimler olarak bizler de Üstad’ın “Nefsini ıslah etmeyen başkasını ıslah edemez.” şeklindeki ifadeleri ışığında, işe kendimizden başlayarak muhtaç gönüllere hak ve hakikatleri tebliğ etmeye çalışmalıyız.