"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Liyakatli kişi işini adalet ile yapar

22 Ocak 2019, Salı
“ADALET HAKKI GÖZETMEKTİR” DİYEN AVUKAT MEHMET ALİ ASLAN, HAKKI ADALETLE DAĞITMAK İÇİN DE LİYaKATLİ İNSANLARA İHTİYAÇ OLDUĞUNU BELİRTEREK “İŞİ EHLİNE VERMEZSEN ADALETTEN AYRILMIŞ OLURSUN” DEDİ.

- Avukat Mehmet Ali Aslan semineri (1) -

***

Risale-i Nur Enstitüsü Ankara Şubesinde iki haftada bir düzenlenen akademik seminerler kapsamında yine bir program daha icra edildi. 

Enstitünün bu seferki misafiri ise Yeni Asya okuyucularının yakından tanıdığı bir isimdi. 28 Şubat hukuksuzluklarını yakından izlemiş ve mücadele etmiş bir hukukçu olarak Yeni Asya’nın, yazarlarının ve Mehmet Kutlular’ın avukatlığını yapmış olan Ankara Barosu Avukatlarından Mehmet Ali Aslan seminerde misafir oldu. 

Program Enstitü Şube Sekreteri Hayati Binler’in, özgeçmişini okuyarak misafiri takdim etmesi ile başladı. Moderatörün sorularına cevaplar biçiminde icra edilen “Adalet ve Liyakat” temalı programda güncel meseleler ve terör örgütü üyeliği isnadı ile açılan davalar ilmî bir yaklaşımla ele alındı. 

Önemi sebebiyle sohbet metninin geniş bir özetini yayınlıyoruz. 

Moderatör:  Adalet ve liyakatı tarif edip aralarındaki ilişkiyi tesbit ederek başlayalım mı?

Av. Mehmet Ali Aslan: Konu adalet ve liyakat olunca aslında burada memleketimizin bugünkü en önemli problemini konuşuyoruz demektir. Önemli bir iş yapıyorsunuz. Enstitü yönetimini tebrik ediyorum. 

Adalet hakkı gözetmektir, herkese hak ettiğini vermek, haklıya hakkını vermek ve suçluya da cezasını vermektir. 

Adaletin bazı alt türlerinden bahsedilir; sosyal adalet ve denkleştirici adalet gibi. Aslında adalete Kur’ân’ın bakışıyla bakmak lazım. Öyle bakıldığında adalet-i mutlaka ve nisbî adalet olarak ikiye ayrılır.

Bilhassa bugünün dünyasında karmaşık ilişkiler ve ağır toplumsal olaylar sebebiyle mutlak adaleti uygulamak mümkün değil, ancak nispi adaletle idare ediyoruz, buna nâkıs adalet de deniyor, “noksan” anlamında.

Liyakate gelince. Liyakat nedir? Liyakat kişinin yapacağı işe uygunluğudur, işinin ehli olması demektir. 

Adalet ve liyakati birleştirdiğimizde ise mesele şudur: Liyakatli kişi işini adalet ile yapar. Siz işi ehline vermezseniz adaleti gözetmemiş olursunuz,  bir hakim o işe lâyık bir hakim değilse aslında adil de değildir. 

Moderatör: Adalet pratiğinin içindesiniz. Mağdurların davalarında vekalet üstleniyorsunuz. Uygulamayı nasıl görüyorsunuz? 

Av. Mehmet Ali Aslan: Adaletin bugünkü işleyişine baktığımızda doğrusu adalet kavramı açısından insanın üzülmemesi mümkün değil, hatta kahrolmaması mümkün değil.

Öyle ki “kör gözüne parmağım ” hesabıyla gidilen bir yol izleniyor. Böyle olduğu zaman adalete ulaşmak mümkün değil.

Mesela dün akşam geç saatlere kadar süren çok sanıklı bir ceza davası sebebiyle adliye koridorlarında meslektaşlarımızla sohbet ederken vardığımız ortak sonuç buydu: Ortada bir işleyiş var, şeklen adalet gibi görünüyor ama adaletle bir alakası yok.

Bu terör örgütüne üyelik davaları ilk başladığında ben kendi kendime diyordum ki “haklı bir refleksle, devleti koruma refleksiyle bazı ufak tefek hatalar yapılabilir, bazı adaletsizlikler olabilir ama inşallah zamanla oturur” diye düşünüyordum ama bugün geldiğimiz durumda maalesef adeta bir adalet tiyatrosu oynanır gibi. Bu insanı üzüyor. 

Ben bana gelen müvekkil adaylarına önce şunu söylüyorum: “Evet ortada böyle bir tablo var, ama adalet arayışını hukukun içinde kalarak sürdürmeye devam etmek lazım, müspet hukuk neyi gerektiriyorsa bunu yapmaya çalışmak lazım, bu bir süreçtir, Anayasa Mahkemesi boyutu var, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi boyutu var, bunları sonuna kadar götürmek ve hak aramak lazım, pes etmemek ve ümitsizliğe kapılmamak lazım.” 

Ben bugüne kadar bana davasını vermek isteyen ve vekâletini aldığım hiçbir sanığın suç işlediğini düşünmüyorum, suç işlediğine inanmıyorum. Zaten suç işlediğine inandığım ya da suç işlediğinden kuvvetle şüphe ettiğim kişiler bana geldiklerinde onları reddettim, davalarını almadım.

Ama davasını aldığım bunca masum kişi içerisinde beraat edenlerin oranı ancak yüzde on iki - on beş civarındadır, maalesef geri kalanı mahkum oldular. Bu şu demektir: Beraat etmesi gereken büyük bir kitle mahkum oluyor.

Pratikte adaletin neden böyle bir durumda olduğunu, neden bu hale düştüğümüzü aslında bazı kararlara baktığımız zaman veya idarenin dosyalara verdiği cevaplara baktığımız zaman daha iyi anlıyoruz: Devlet kendini koruma refleksi ile hareket ediyor. “Yeniden bir darbe teşebbüsü olabilir” diyor. “Böyle sinsi ve dehşetli bir darbe örgütü ile mücadele ettik, etmemiz de lazımdı” diyor. Buraya kadar iyi diyor ama arkasından “bu mücadele için her yol mübahtır” diyor. İşte bu ikinci sonuç fevkalade yanlış. 

Moderatör: Yani devlet “devlet aklı”nı kullanmakta mı zorlanıyor? Çizgiyi doğru yerden çekmekte mi zorlanıyor? 

Av. Mehmet Ali Aslan: Evet, ülkemizin tarihinde bugüne kadar belki de hiç olmadığı biçimde sinsi ve çok alçakça bir darbe teşebbüsü oldu, gereken tedbirleri elbette almak lazımdır, devlet bununla vazifelidir, devlet olmanın gereği budur. İrtibat ve iltisak diye bazı kelimeler uydurmak suretiyle, bu yapıyla ilişkili olduğu bir biçimde tesbit edilen insanların yüzde doksan beşi, aslında suçlu olmadıkları halde cezalandırılıyorlar.

Cumhurbaşkanının  “üstü ihanet, ortası ticaret, altı ibadet” tasnifine rağmen mahkemeler bu tasnifi de görmezden gelerek ceza veriyorlar. Öyle ya bir örgütün üstünde yüz elli bin kişi olamaz. Bu davalar gösteriyor ki “üst, orta, alt” ayrımı yapmaksızın, “kimi bulursak cezalandırmaya çalışalım” bakışıyla konuya yaklaşılıyor.  Şimdi ibadet dediğiniz bu kesimin suçlanması ve perişan edilmesi kesinlikle yanlış olmuştur.

Zaten şunu biliyoruz; darbecilerin en ağır cezayı alması gerektiği konusunda kimsenin bir tereddüdü yok. Aynı şekilde diğer somut suç işleyenlerin ceza alması gerektiği konusunda da kimsenin tereddüdü yok. Bilhassa darbeden önceden haberdar olarak darbeyi destekleyenler, kopya çekenler vs. bunların ceza alması gerektiği konusunda kimsenin bir tereddüdü yok. Ama bunların toplam sayısı üç beş bini geçmiyor. Oysa yüz elli bin kişi şu anda sanık ve büyük çoğunluğu ceza alıyor. Bu demektir ki beş bin kişiyi cezalandırmanız gerekirken yüz elli bin kişiyi cezalandırıyorsunuz.

Üstelik de şurada üç beş sene öncesine kadar kimsenin bir suç saymadığı bugün de esasen suç olmayan bazı eylemleri bugün bir suç örgütüne üyelik için bir delil gibi kabul ediyorlar. Bir dinî cemaate destek olmak, himmet vermek, bir dinî cemaatin organizasyonlarına katılmak suç değil elbette. Ve bu yapının dün başta devlet yetkilileri olmak üzere herkes tarafından dini bir grup olarak bilindiği, hatta açıkça desteklendiği herkes tarafından biliniyor. 

Bir şeyin suç olup olmadığını kanunlar belirler, yani bu yetki münhasıran yasama organını aittir, ama bugün maalesef yüz elli bine yakın insan bir güvenlik kaygısı öne sürülerek ve neredeyse hukukun bütün temel kuralları ihlal edilerek bir şekilde ceza davasına muhatap kılındı, cezaevine alındı, yurtdışına kaçmalarına sebep olundu vs. çok ciddi bir mağduriyet ortaya çıktı.

Bu işin bu haliyle gitmeyeceği belli. Kurunun yanında yaşı da yakarak sonuç alamazsınız. Doğru uygulamaya nasıl döneceğimizi mutlaka kafa yorup bulmamız lazım. Aksi halde Ergenekon davaları başta olmak üzere, başka benzer davalarda da olduğu gibi, bu gidişat gerçek suçluların da cezasız kalacağı bir sürece dönecek.  

Ayrıca uzman psikologların bu konudaki tespitlerini de adalet dağıtanların mutlaka nazara alması lazım. 

Esasen bu ikazı, bir zamanlar Ergenekon davası ve benzeri davalarda suç örgütlerinin tuzağına düşürülmüş masum insanlar da yapıyorlar ve “Bize yapılan aynı hataların bugün tekrar edilmemesi lazım” diyorlar.

Moderatör: Bu konuda bazı örnekler verirseniz dinleyicilerimiz de aydınlanmış olurlar. 

Av. Mehmet Ali Aslan: Evet. Mesela 2010’da, 2011’de kontörlü telefonla ardışık arama usulüyle aranmış asker insanların bugün 17-25 Aralık’tan sonra dahi bu ilişkilerini aynen devam ettirdikleri varsayılarak suçlu sayılması kabul edilebilecek bir şey değil. 

Bir askerin de toplumun bir ferdi olduğu düşünüldüğünde, cemaat bildiği ve dini ihtiyaçlarını tatmin için irtibat içinde olabildiği, bunun dışında da suç denebilecek bir eylemi olmayan o askerin bu durumu tek başına onu suçlu saymaya yetmez ki.

Yargıtay’ın çok açık kararları var: Bir ceza davasında mahkumiyet hükmü kurulabilmesi için eylemin yani örgüt üyeliği eyleminin varsayıma dayalı olarak değil, büyük veya küçük ihtimale değil, her türlü şüpheden uzak, net ve kesin delillerle ortaya konulmuş olması lazım.

17-25 Aralık’tan sonra telefonla aranmış olan insana sırf arandığı için aynı fikri ve aynı örgütsel bağlılığı bile bile devam ettiriyor, yani bu örgütün terör örgütü olduğunu biliyor ve buna rağmen de bağını devam ettiriyor demek için başka delillere ihtiyaç var. Şüphe mahkumiyete değil beraata götürmeli. Ama bunlar mevzuata aykırı şekilde tutuklanıyorlar ve beraat etmeyip ceza alıyorlar. 

Bu davalarda aynı zamanda hak kaybına da sebep olan çok ciddi usul hataları da var. Düşünün ki mesela hakim karşısına bir iki yıl sonra yeni çıkan insanlar var. Bunca yıl tutuklu kalmış ve “senin suçun şu, deliller de şunlar, savun kendini” denmeden içeride tutulmuş. 

Bu kötü örnekleri anlatmaktan maksadım şu: Hiç değilse bundan sonra hızla normale dönmemiz lazım. Allah hakimlerimize, savcılarımıza ve avukatlarımıza adaletle hükmetmeyi nasip etsin. 

DEVAM EDECEK

Etiketler: adalet, liyakat, Türkiye
Okunma Sayısı: 3514
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı