Asıl adı Nee Debbie Rogers olan Ayşe Bhutta (Aisha Bhutta) İskoçya’nın Glasgov şehrinde yaşamış. Hıristiyan bir genç kızın Müslüman olması ve bir Müslümanla evlenmesi yeterince ilginçse de, daha ilginç olan ise bu genç kızın ailesinin geri kalan fertleri ile en azından 30 arkadaş ve komşusunun da Müslüman olmasına vesile olmasıdır.
GÖRÜŞ - 1
Prof. Dr. İbrahim Özdemir
Üsküdar Üniversitesi
Doğru İslâmiyet’le ilgili güzel bir örnek, ailesi ve bazı dostlarının da Müslüman olmasına vesile olan İskoç Ayşe’nin hikâyesidir.
İskoç asıllı Ayşe’nin hayatını anlatmadan önce, Amerikalı bir dostumdan kısaca bahsetmek istiyorum.
2001 yılının Mübarek Ramazan ayının son haftası ülkemizi ziyaret eden Amerikalı Müslüman Prof. Dr. Ömer Faruk Abdullah birçok toplantıya katıldı ve iftarlarda hazır bulundu.
Misafirimiz katıldığı bütün toplantı ve iftarlarda özellikle Amerika’da İslâm’ın hızlı yayılışı ile Müslümanların durumunu anlattı. Özellikle bir noktayı sürekli vurguladı:
“Her şeyin bir vakti var derler. Doğru. Genelde Batı, özelde Amerika için İslâm’ı anlama ve kabul etmenin zamanı geldi. Sadece ABD’de yılda 135 bin kişinin Müslüman olması dikkat çekici değil mi? Daha sonra Victor Hugo’nun şu sözlerini aktarıyordu:
“Vakti gelen bir fikir, karşı konulamaz bir ordudan daha güçlüdür. Bir millet ülkesini işgal etmek isteyen yabancı bir orduyu sınırda veya körfezde durdurabilir; ancak vakti gelmiş bir fikri hiçbir güç durduramaz.”
Ömer Faruk Abdullah bu tezini desteklemek için sosyolojik, kültürel ve tarihi gerekçelerini ve delillerini tek tek sıralıyordu.
1970’li yıllarda hiçbir Müslüman’la karşılaşmadan ve bir Müslüman’ın elini sıkmadan Müslüman olmuştu.
Sadece Kur’ân’ı okumuş ve âlemlerin Rabbine teslim olmaya karar vermişti.
2001 yılı Ramazan ayı.
Kadir Gecesi Ebu Eyyub Ensari Hazretleri’ni ziyaret ediyorduk.
Özel bir TV kanalından bir ekip Mübarek Kadir Gecesi sebebiyle Eyüp Sultan’dan canlı yayın yapıyordu.
Misafirimizin farkına varan sunucu mikrofonu hemen Ömer Faruk’a uzatarak, izlenimlerini almak istedi.
Ancak Eyüp Sultan’a sadece Kadir Gecesi’nin bereketi ve nuru değil, aynı zamanda sağanak halindeki bereketli bir yağmur da yağıyordu. Manevî ve maddî rahmet inanan gönülleri serinletiyor; geceye farklı bir güzellik katıyordu.
Güzel bir tevafukla başlayan bu sohbet neredeyse yarım saat kadar sürdü. Bize de bu coşkulu konuşmayı tercüme etmek nasip oldu.
Ömer Faruk içten konuşuyor ve bütün samimiyetiyle inandıklarını öz kardeşleri olarak gördüğü bizlerle paylaşıyordu. Amerika’dan güzel gelişmelerden bahsediyordu:
“Ne olur? Bizleri izleyen bütün kardeşlerimden istirham ediyorum. Bu mübarek gecede biz Amerikalı kardeşleriniz için de duâ edin. Sizleri asırlarca İslâm’a hizmetle şereflendiren Rabbimiz, bu şerefi biz Amerikalı kardeşlerinize de lütfetsin. Böylece Amerika da İslâm’a hizmetle şereflensin...”
O gece yaptığı o kısa konuşmanın akisleri günlerce devam etti. Türkiye’nin her yanından arayanlar, İslâm ve insanlığın geleceğiyle ilgili bu ümitvar insanı soruyordu. Kimisi ise 20 yıl önce adını duydukları Ömer Faruk’un aynı zat olup olmadığını soruyordu.
Ancak burada Ömer Faruk’tan bahsetmeyeceğim. O ayrı bir yazının, belki kitabın konusu olacak kadar uzun ve ilginç bir konu.
Ancak onun bütün tezlerini destekleyen bir örnek olaydan bahsetmek istiyorum.
Müslüman bir İskoç hanımın hikâyesi Batıda İslâm’ın yayılışı, gönülleri ve insanları nasıl dirilttiği ve kendisine hizmetkâr ettiğinin de ilginç bir örneğidir.
İngilizlerin ünlü hürriyetçi ve muhalif gazetelerinden The Guardian Gazetesi’nin 8 Mayıs 1997 nüshasında konuyla ilgili haber-yorumunu Kanadalı e-mail arkadaşım Refik “lütfen üzerinde dikkatle düşünelim” diyerek yollamış.
8 Ocak 2001. Saat sabah 10:05.
Yeni bir güne bu güzel haberle başladım.
The Guardian haberi “Bir İngiliz Hanım ailesini ve dostlarını İslâm’la şereflendirdi” başlığıyla vermiş.
Haberi yapan ise Sidra Khan isimli bir gazeteci.
Hikâyemiz şöyle:
Asıl adı Nee Debbie Rogers olan Ayşe Bhutta (Aisha Bhutta) İskoçya’nın Glasgov şehrinin Cowcaddens semtindeki evinin geniş salonundaki kanepede çok huzurlu oturuyor.
Duvar baştanbaşa Kur’ân âyetleri ile kaplanmış.
Aileye günde beş vakit namaz vakitlerini bildiren özel bir saat ve bir Mekke posteri de süslüyor duvarı.
Ayşe’nin keskin mavi gözleri bir misyonerin şevki ile parıldıyor. Ancak gerçek mü’minlerin sahip olduğu bir gülümseme yüzünü tamamen kaplamış.
Güçlü, ancak anlamlı ve hoşsohbet İskoç simasını dikkatlice bağlanmış güzel bir başörtüsü ile kapanmış. Hıristiyan bir genç kızın Müslüman olması ve bir Müslüman’la evlenmesi yeterince ilginçse de, daha ilginç olan ise bu genç kızın ailesinin geri kalan fertleri ile en azından 30 arkadaş ve komşusunun da Müslüman olmasına vesile olmasıdır.
Ayşe’nin ailesi sade Hıristiyan bir aile. Rogers (Ayşe) ailesi ile birlikte sık sık Salvation Army’nin (Hıristiyan hayır ve yardım teşkilât) toplantılarına katılıyordu.
Kendi yaşıtı diğer genç kızlar George Michael’in posterlerini öpüp, gece ona bakarak uyurken, onun duvarını Hz. İsa’nın resimleri süslüyordu.
Ancak sadece Hıristiyanlığın yeterli olmadığının farkına varmıştı. Cevap bulamadığı sürü ile sorunun yanında, inançları ile ilgili düzenli bir yapının olmamasından memnun değildi.
“Benim için sadece duâ etmekten öte, itaat etmem gereken bir şey olmalı” diyordu.
Ayşe müstakbel kocası Muhammed Bhutta’yı daha 10 yaşında iken görmüş. Muhammed’in ailesinin işlettiği marketin devamlı bir müşterisiymiş. Muhammed’in dükkânın gerisinde düzenli olarak namaz kılması hep dikkatini çekmiş.
“Yaptığı şeydeki tatmin ve huzur aşikârdı.”
Bunun ne olduğunu sorduğumda ise bana “Ben bir Müslüman’ım” dedi.
Ona: “Müslüman olmak ne demek?” dedim.
Daha sonra Muhammed’in yardımıyla Rogers İslâm’ın derinliklerine bakmaya başladı. Daha 17 yaşında iken Kur’ân’ı Arapça’sından tamamen okumuş.
“Okuduğum her şey benim için bir anlam ifade ediyordu.”
Kararını 16 yaşında iken vermiş.
“Kelime-i Şehadeti getirdiğimde, adeta omuzlarımda taşıdığım büyük bir yükün atıldığını hissettim. Yeni doğmuş bir bebek gibiydim.”
Müslüman olmasına rağmen, Muhammed’in anne-babası evlenmelerine karşı çıkmış. Ona ailenin büyük oğlunu kendilerinden koparacak ve kötü yola düşürecek, böylece ailenin adını lekeleyecek Batılı bir kadın olarak bakmışlar.
Muhammed’in babasına göre bu kız “[İslâm’ın en büyük düşmanıymış.”
Anne-baba olarak kendilerine hep Pakistanlı bir gelin hayal etmişler. Birçok adayları da varmış. Onlara karar vermeye çalışırken, İlâhî kader hükmünü icra etmiş.
Muhammed’in hal ve hareketleri ile ilân ettiği İslâm bu genç kızı cezbetmiş.
Genç çift mahallî bir camide evlenmişler. Ayşe, düğüne katılmayı ret eden Muhammed’in babasına rağmen gizlice düğüne gelen Muhammed’in annesi ve kız kardeşlerinin diktiği el işi bir elbise giymiş.
Aslında kadınlar arasındaki bu bağı, Muhammed’in büyükannesi oluşturmuş.
Büyükanne farklı ırklardan evliliklerin hâlâ bir tabu olduğu Pakistan’dan gelmiş ve Ayşe’yi görmek için ısrar etmiş.
Ayşe’nin Kur’ân’ı ve Pencab dilini öğrendiğini öğrendiğinde o kadar etkilenmiş ki, diğerlerini de ikna etmiş.
Böylece şimdi 32 yaşında olan Ayşe de yavaş yavaş ailenin bir üyesi olmuş.
Ayşe’nin babası Michael ve annesi Marjory Rogers de düğüne katılmışlarsa da, onların asıl ilgisini çeken gelinin giydiği elbiseler ve komşuların ne düşüneceği olmuş.
Altı yıl sonra Ayşe anne-babası ve kız kardeşi hariç ailenin geri kalan fertlerini de Müslüman etme hizmetine koyulmuş.
”Hâlâ kız kardeşim üzerinde çalışmaya devam ediyorum” diyor.
“Kocam ve ben anne ve babamla ilgilendik, onlara İslâm’ı anlattık. Aslında onlar İslâm’ın bende oluşturduğu olumlu farklılığı müşahhas olarak görüyorlardı.
Meselâ onlarla olan ilişkim değişmiş, onların dedikleri her şeye eskisi gibi cevap yetiştirmeyi ve onları rencide etmeyi terk etmiştim.”
Ancak Ayşe’nin babası sert bir leblebiymiş. Bunun üzerine Ayşe yeni Müslüman olan (daha sonra kanserden vefat eden) annesinin yardımına başvurmuş.
“Mutfakta kanepede oturuyorduk. Annemle beraber babama İslâm’ı anlatmaya başladık.
DEVAMI YARIN