İran’da başı örtmek mecburî olduğu için hanımlar ve genç kızlar yasak savma türünden sadece saçlarının yarısını örtüyor. Bu da devletin kanunla, zorlamayla insanları dindarlaştıramayacağının bir göstergesi olsa gerek. Önce kalpler kazanılmalı.
İran seyahatimiz İstanbul’dan gece geç vakitlerde kalkan Pegasus Havayolları uçağıyla başlamış oldu. İran’ı görmeyi hep arzu etmişimdir. İran hakkında bilgilerim çok sathi idi, yetersiz idi. Bizim jenerasyonumuz İran’la daha çok Humeyni’nin sürgünden gelip Şah’ı devirmesiyle, İran-Irak savaşıyla ve İran’a haksızca uygulanan ambargo ve diğer olumsuz olaylarla tanır. İran’ın diğer yüzü ise çok da fazla yer bulamamıştı dünya medyasında.
İşte biz de İran’ın diğer yüzünü görmek ve tanımak için çok kısa süre olan altı günlüğüne Tahran, Şiraz, İsfahan ve Keşhan’a doğru yola koyuluyoruz.
Sabah saat dört buçukta vardığımız Tahran İmam Humeyni Uluslararası Havaalanı, Tahran şehir merkezinden elli altmış kilometre uzaklıkta. Bizi daha önceden organize ettiğimiz otel servisinden Sefa isimli şoför karşılıyor. Türkçe de bilen Sefa’yla yol boyunca muhabbeti ve dostluğu pekiştiriyoruz. Tahran şehir merkezinin hemen girişinde Sefa’nın kahvaltı teklifine ‘olur’ deyince kendimizi kelle paçacıda buluyoruz.
Önce bakır tabağın içinde sıcak kelle paçanın suyunu kaşıklıyoruz ve ardından üzerine tarçın dökülmüş kelle paçanın kendisi servis ediliyor. Bitmedi, sabahın köründe sirkeli kavanozun içerisinde elli beş gün muhafaza edilmiş bir diş sarımsağı da yutunca haydi hayırlısı diyoruz.
İran’la ilk tanışmamız fena da değil yani. Bakalım Avustralya’ya kaç kilo fazlalıkla döneceğiz?
Otelimize yerleşip biraz istirahat ettikten sonra otel görevlisinin yönlendirmesiyle metroyu kullanıp Tabiat Köprüsü’nün bulunduğu yere varıyoruz. Tahran’ın her tarafını metroyla cüz’î ücretle ulaşmak mümkün. Metronun her istasyonunda çok farklı seyyar satıcılar vagon değiştirip mallarını yolculara pazarlamaktalar.
Tabiat köprüsü, Taleghani ve Abi-Atash parklarını birbirine bağlayan üç katlı olup yaya geçidi, seyir yeri ve restoranların bulunduğu güzel bir yer. Buralar Tahranlıların adeta nefes alma yeri dilebilirim. Aileler hafta sonlarını buralarda geçiriyorlar. Buralarda piknik yapıyorlar. Çeşitli sivil toplum kuruluşları aktivite, panayır türü organizasyon tertipliyorlar.
Yediğimiz akşam yemeğinin ardından içtiğimiz Türk kahvesi yorgunluğumuzu bir nebze unutturuyor bize.
İran denilince aklımıza halkının çok dindar oluşu ve hanımların çarşaflı, erkeklerin molla kıyafetli oluşu gelirdi.
Büyük şehirlerde özellikle Tahran’da öyle olmadığını gördük. Sokaklarda molla kıyafetli erkek, siyah çarşaflı hanımlar yok denilecek kadar az.
İstanbul-Fatih’te daha fazlasını görebilirsiniz. Sadece küçük yerleşim bölgelerine doğru gittikçe muhafazakârlığın arttığını hissediyorsunuz.
Baş örtüsü mecburiyeti olduğu için hanımlar ve genç kızların başında yasak savma türünden saçlarının sadece yarısının örtüldüğü şal göze çarpıyor. Bu da devletin kanunla, zorlamayla insanları dindarlaştıramayacağının bir göstergesi olsa gerek. Önce kalpler kazanılmalı. Tahkiki iman dersi verilmeli ki insanlar zorla değil inanarak, kabul ederek ve severek dinini yaşasın. Yoksa taklidi ve zorla olur o da işte böyle yarım yamalak. Elbette toplumların büyük belâsı olan müstehcenliğin, içkinin ve kumarın yasak olduğu İran, bu yönleriyle takdire şayan.
DARBEND ve GÜLİSTAN SARAYI
Yolculuğumuz bugün Darbend ve Gülistan Sarayına.
Darbend, dağın tepesinden eteğine kadar sarp kayalar arasından akıp gelen billur gibi suyun bazı yerlerde şelâleye dönüşen akışı ile adeta insanı büyüleyen bir yer. Akan o billur gibi suyun kenarları dinlenme tesisleriyle adeta donatılmış. Geleneksel İran yemeklerinden tutun, her türlü yiyecek içecek için çayın üzerinde kurulmuş olan sedirlerle tam bir keyif etme yeri.
Oradan ayrılıp Gülistan Sarayı’na hareket ediyoruz. Kaçar hanedanı döneminden kalan bir eser olan Gülistan Sarayı mutlaka görülmeye değer bir yer. Geniş bir bahçe içerisinde bulunan bu saray, Unesco tarafından dünya kültür mirasları listesinde yer almaktadır. Bütün duvar ve tavanları kristallerle bezenmiş, bu saray İran hükümdarlarının ne kadar ihtişam içerisinde yaşamış olduklarını da gösteriyor.
Oradan Tahran pazarına kısa bir tur atıyoruz. Azadi Kulesi ve meydanını görüp son ziyaret yerimiz İran’daki devrimde Amerikan elçiliğinin işgal edilmesini haberlerde, filmlerde bir çok kez izlediğimiz elçilik binasının önünden geçiyoruz. Elçilik hâlâ kapalı. Duvarlarında ABD aleyhine sloganlar yazılmış, resimler yapılmış. Turistler hatıra fotoğrafı çekiyorlar. Oradan 17.30 uçağıyla Şiraz’a uçmak için havalimanına hareket ediyoruz.
Fatih Yargı