Zaman zaman evinde ziyaret ettiğimiz Aydın Menderes, babası merhum Adnan Menderes’in Bediüzzaman’la mânevî irtibatına ehemmiyet verir, Nur Risalelerindeki ilgili bölümlere büyük ilgi duyardı.
Hastalığının ağırlaşması üzerine kaldırıldığı hastanede danışmanı vasıtasıyla bütün Yeni Asya câmiasına selâmlarını yollayan Aydın Menderes, Nur talebelerinden, “arkadaşlar”dan duâ talebinde bulunmuştu.
AYDIN MENDERES’in ardından
Zaman zaman evinde ziyâret ettiğimiz, çeşitli mülâkatlar yaptığımız ve başta Bediüzzaman’ın Menderes’e ve Demokratlara yazdığı lâhika mektuplarından ve tavsiyelerinden okuyup sohbet ettiğimiz Aydın Menderes, babası merhum Adnan Menderes’in Bediüzzaman’la mânevî irtibatına ehemmiyet verir, Nur Risâlelerindeki ilgili bölümlere büyük ilgi duyardı…
Koltuğunda, başucunda, kütüphanesinde, “Emirdağ Lâhikası”ndan “Beyânat ve Tenvirler”e, “Münâzarât”tan, “Hutbe-i Şamiye”den “Hastalar Risâlesi”ne Nur Risâlelerini bulunduran Aydın Menderes, Bediüzzaman’ın imanî ve içtimaî meselelere dair izâhlarını büyük bir ciddiyet ve saygıyla okur, dinlerdi. Yeni Asya Neşriyat’ın kitaplarını, dergilerini, çeşitli konularda yayınlanan broşürlerini tetkik ederdi.
Son bir ayda hastalığının ağırlaşması üzerine, kaldırıldığı hastanede danışmanı eğitimci Ahmet Şerif Bayındır’la selâmlarını yollayan merhum Aydın Menderes, bütün Yeni Asya câmiasına selâmlarını yollamış, Nur Talebelerinden, “arkadaşlar”dan duâ talebinde bulunmuştu.
Bunun üzerine, başta Cevşen ve Tahmidiye olmak üzere duâlar okumuş, yakından alâkadar olmuştuk. Ahmet Bey, Beyefendiyle konuştuğunu, duâ edildiği söylediklerinde en ağırlaşmış halinde dahi fevkalâde sevinip âdeta şâd olduğunu, hatta duâlardan sonra kısmen iyileştiğini ve yoğun bakımdan çıktığını bildirmişti…
Zaman zaman evinde ziyâret ettiğimiz, çeşitli mülâkatlar yaptığımız ve başta Bediüzzaman’ın Menderes’e ve Demokratlara yazdığı lâhika mektuplarından ve tavsiyelerinden okuyup sohbet ettiğimiz Aydın Menderes, babası merhum Adnan Menderes’in Bediüzzaman’la mânevî irtibatına ehemmiyet verir, Nur Risâlelerindeki ilgili bölümlere büyük ilgi duyardı…
RİSÂLELERİ BÜYÜK BİR CİDDİYETLE OKUR VE DİNLERDİ…
Koltuğunda, başucunda, kütüphanesinde, “Emirdağ Lâhikası”ndan “Beyânat ve Tenvirler”e, “Münâzarât”tan, “Hutbe-i Şamiye”den “Hastalar Risâlesi”ne Nur Risâlelerini bulunduran Aydın Menderes, Bediüzzaman’ın imanî ve içtimaî meselelere dair izâhlarını büyük bir ciddiyet ve saygıyla okur, dinlerdi. Yeni Asya Neşriyat’ın kitaplarını, dergilerini, çeşitli konularda yayınlanan broşürlerini tetkik ederdi.
En son geçtiğimiz yaz aylarında terör olaylarının artması üzerine alevlenen tartışmalarda, Bediüzzaman’ın özellikle “müsbet ve menfi milliyetçilik” târif ve tefsirlerine dair bölümlerden istemiş; biz de hazırlayıp kendisine göndermiştik…
Bediüzzaman’ın bu tesbitlerinden fevkalâde istifade ettiğini bildiren Aydın Menderes, akabinde de çok geçmeden Eylül ayı içinde gazetemizde neşredilen Bediüzzaman’ın eserlerinden derlediğimiz “Bediüzzaman’ın ‘Kürt meselesi’; muhtariyet, özerklik ve adem-i merkeziyet hakkındaki görüşü, tesbit ve çözümleri” başlıklı çalışmamızın gönderilmesi haberini yollamıştı. Ahmed Bey’in beyânıyla, 50 sahifeyi aşkın raporu satır satır okuyan Aydın Menderes, Bediüzzaman’ın görüşlerinin Türkiye’nin âdeta kangren olmuş bu hayatî meselesine yegâne çözüm ve çâre olduğunu ifâdeyle, takdirlerini bildirmişti. Ayrıca, çıkarılmasına karar verilen “Adnan Menderes Plâtformu” dergisinin her sayısına Bediüzzaman’ın Menderes’e yazdığı mektupları, vatan ve millete hizmete dair görüşleri ve ilgili hâtırları ihtiva eden yazılar yazmamızı istemişti.
Bunun üzerine, Demokrat Parti iktidarının ilk icraatı olarak Ezân-ı Muhammedî’nin aslına çeviren, mekteplere din derslerini koyan, imam hatip okulları, Kur’ân Kursları ve Yüksek İslâm Enstitülerini hizmete açan, din eğitimi ve öğretime, dinî hak ve özgürlüklere hizmet eden Başvekil Menderes’e Bediüzzaman’ın tebrik ve takdirlerini ihtiva eden mektuplarının özetlendiği “İslâm kahramanı Adnan Menderes” başlıklı bir yazı yazıp, “geçmiş olsun” ve “şifâ dilekleri”yle birlikte postalamış; ve az da olsa iyileşip evine geçmesi üzerine, bizi yine Risâlelerden okumak, ülke ve millet meseleleri hakkında bir röportaj yapmak dâvetine icâbet edeceğimizi bildirmiştik…
MÜLÂKAT, “TÂZİYE YAZISI”NA DÖNÜŞTÜ…
Doğrusu, hastanede ziyâret isteğimize, Aydın Bey’in en geç yeni yılda evinde olacağı ve bizimle evinde görüşmeyi arzu ettiği cevabıyla, “mülâkat” ve görüşmeyi ertelerken, önceki akşam saat 20 sularında danışmanı Ahmed Bey’in telefonuyla “Aydın Bey’in durumunun ağırlaştığı ve yeniden duâ talebi”ni aldık.
Arkadaşlarımız Mustafa Küçükoğlu ve Nurullah Çakmak’la gitmekte olduğumuz “sohbetten/ders”ten sonra uğrayacağımızı söz verdik. Ne var ki iki saat sonra “ders” dönüşü, daha yolda olduğumuzu bildirmeden, 20.30’da vefat ettiği haberi yazarımız Faruk Çakır tarafından verildi. Böylece “mülâkat” sözleşmemiz “tâziye yazısı”na dönüştü… Hastaneye uğradığımızda, Menderes’in naaşı daha yeni yıkanıp kefenlenmişti. Anlatıldığına göre, özellikle son günlerde gittikçe yüzü nurlanan Aydın Menderes, özellikle son saatlerde daha da bir derunî simaya bürünmüş, peşpeşe Yasin, Tebâreke, Amme (Nebe’) Sûreleri okunduğunda, yüzünü Kur’ân okunan tarafa doğru çevirerek âdeta tebessüm eder vaziyette vefât etmiş; Allah’ın nasip ettiği güzel bir ölümle irtihal edip ruhunu teslim etmiş…
Kendisine abdest aldırılırken daha da nurlanmış; Hocanın ve hazır bulunanların ikrarıyla âdeta nurdan bir hâle haline gelmiş, hâlâ vefât ettiği andaki tebessüm eden hâletiyle…
MİLLETİN BİRLİĞİ UĞRUNA GAYZINI/ÖFKESİNİ YUTARDI…
16-17 Eylül 1960’ta “Demokrasi Şehidi” babası Adnan Menderes ve arkadaşları Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ve Mâliye Bakanı Hasan Polatkan hakkında verilen idam kararının infaz edildiği kara günün yıldönümünde bile, tâziye için evinde ziyâret ettiğimiz Aydın Menderes’te kin ve gayz yoktu. Milletin vicdanını hicranla yaralayan 27 Mayıs ihtilâlini ve idamları konuşurken bile, milletin birlik ve beraberliği uğruna acısını yüreğine gömer, öfkesini yutardı.
Bu dikkatli tavrıyla, darbelerle siyasete kan bulaştıran, milleti kutuplaştırıp kamplara bölerek darbelere zemin hazırlayan iç ve dış ifsat odaklarının oyununu bozardı. Bütün asil Demokratlar gibi, milleti kutuplaştırıp siyasî kamplara itilmesi plânını boşa çıkarır; hazm-ı nefs edip müteyakkız davranırdı. “Demokrasinin Kerbelâsı” dediği Yassıada zulümlerini sırf kavga ve kargaşa çıkmasın diye “mesele” etmez, olgun bir tavırla karşılardı.
Kendisini felç eden “kaza”ya ve hastalığa ve içinde bulunduğu sıkıntıya en ufak bir itirazda bulunmayıp büyük bir tevekkül ve sabırla mukabele edip sürekli şükreder; babası Menderes ve arkadaşlarının maruz kaldığı siyasî ve sosyal hadiseler karşısında engin bir vakar ve kararlı bir duruş sergilerdi…
“ALLAH MEMLEKETİ KORUSUN, HAYDİ ALLAHAISMARLADIK!”
Gerçek şu ki Menderes ve âilesi, asla intikam peşinde değildi. Bundandır ki Aydın Menderes, Adnan Menderes’i darağacına götürenleri “Yargılamaya değmez” bulur, “Yargılarsanız, suçlu bulsanız bile ortada Türkiye var” sorumluluğunu taşırdı.
Aydın Menderes mefkûre olarak kalben ve fikren merhum Adnan Menderes’ten tevârüs eden misyona bağlı, Menderes’in ve Demokrat Parti’nin millet ve demokrasi dâvâsının dâvâcısıydı…
Demokratlara her türlü ezâ ve hakaretlerde bulunan zulmün başaktörleri “Yassıada cellâtları Neronlar”ın bile tasdik etmek durumunda kaldığı, demokrasi şehidleri Menderes ve arkadaşlarının mahkemede kendilerini değil dâvâlarını savunmaları, aslında millet nezdindeki beraatleridir.
Ölüme büyük bir metânetle gidişleri, mâhut idam gömleğini giydiği anlarda bile, heyecandan eli titreyen Cellâda; ‘Oğlum, ne titreyip duruyorsun? İlmik senin değil, benim boynuma geçecek” diyen, âdeta kendini uçsuz bucaksız bir boşluğa atar gibi, “Allah memleketi korusun, haydi Allahaısmarladık!’ dedikten sonra ayaklarının altındaki sandalyeyi bizzat iten, idam fermânını hazırlayanlara insanlık dersini veren Menderes, Zorlu ve Polatkan’ın asil ve izzetli duruşları, bu ülkede zulmü kahrettiği gibi, hakkı, hukuku, demokrasiyi, hürriyetleri ve milleti yüceltmiştir…
DEMOKRASİ MÜCADELESİYLE YAŞITTI…
1946 doğumlu olan Aydın Menderes, Cumhuriyet dönemi çok partili siyasî hayat ve demokrasi mücadelesiyle yaşıt. Merhum Başbakan Adnan Menderes’in en küçük oğlu olan Aydın Menderes, Ankara İktisadî ve Ticarî Bilimler Akademisi’nden mezun.
Yedek subay olarak yaptığı askerlik sonrası 1970’de il başkanı olarak siyasete giren, 1977’de Adalet Partisi Konya Milletvekili ve 1978’de Genel İdare Kurulu üyeliğiyle süren siyasî hayatı, 12 Eylül darbesiyle 10 yıl siyasetten yasaklı olmasıyla görünürde inkıtaa uğradı. Daha sonra Aydın Menderes’in siyasî hayatı, Doğru Yol Partisi’nin ve ardından Demokrat Parti’de devam etti.
Fiilen siyasetle uğraşmayı bıraktı, lâkin hiçbir zaman ülke meselelerinden kopmadı. Sürekli okuyan, araştıran, yazan bilge bir siyasetçi ve entelektüel bir şahsiyet olan Aydın Menderes, son yıllarda hasta haliyle bile Türkiye’nin iç ve dış gündemiyle yakından ilgilenirdi.
Fikrî hayatı hiç inkıtaa uğramadı. Bu çerçevede iç ve dış politikaya, Türkiye’nin meselelerine ufuk açıcı ihtiyatlı analizlerde bulunur, dengeli siyaset mizanlarıyla etraflı değerlendirmeler yapardı.
Ziyâretlerimizde Adnan Menderes’in istikametli tâvizsiz hizmetlerini konuştuk, dâvâ arkadaşlarıyla Yassıada’daki asil direnç ve izzetli duruşlarının yakın tarihte demokrasi mücadelesinin şeref levhası olan hâtıralarının anlamı üzerinde dururduk…
“Tarihte Bir Yolculuk”, “Gelenekten Güncele” ve “Devletin Alınyazısı” adlı kitapları bulunan Aydın Menderes’in “www.aydinmenderes.com” web sitesinde haftalık siyaset yazıları ve incelemeleri yayınlanırdı. Hayatının hiçbir döneminde Türkiye’den, vatan ve milletin meselelerinden kopmadı. Hep olayların arka yüzünü aralar, yakın siyasî geçmişe dair geçmişten günümüze ışık tutan yakın siyasî tarihe ibretli tesbitlerde bulunurdu.
Takdim ettiğimiz kitapları, yazıları tek tek okur, inceler; bir başka gidişimizde sözkonusu kitaplarda yer alan mevzulara dair değerlendirmelerde bulunurdu…
“İSLÂM KAHRAMANI ADNAN MENDERES” HİTABININ ANLAMI…
Aydın Menderes’le sohbetlerimizde, Kur’ân tefsiri Risâle-i Nur Külliyatı müellifi Bediüzzaman Said Nursî’nin merhum Adnan Menderes’e “İslâm kahramanı” takdirini tevcihte, Menderes’in ve Demokratların vatana, millete ve İslâmiyete hizmetlerinin büyük payının bulunduğu; tek parti döneminde dine ve dindarlara reva görülen onca baskıdan sonra 1950’de millet irâdesiyle iktidara gelen Demokrat Parti ve Menderes’in temel vasfını, din ve vicdan hürriyetiyle din eğitimi ve öğretimine imkân tanımak olduğu görüşünü paylaşırdık.
Demokratların vatana, millete ve mânevî değerlere hizmetlerini örnek icraatlarıyla sıralamasına mukabil, Bediüzzaman’ın “Demokrat Nur Talebeleri” imzasıyla yazdığı lâhikalardaki, “Sayın Adnan Menderes” hitabıyla başlayan mektupları bir ders ve duâ olarak okurduk.
Bediüzzaman’ın, “Adnan Menderes gibi bir İslâm kahramanı ile sohbet etmek istedim. Hal ve vaziyetim görüşmeye müsaade etmediği için, o sûrî (yüzyüze) konuşma yerine bu mektup benim bedelime konuşsun” diye başlayan mektuplarını, vatan ve millete dair meselelerde yazılan ve “içtimâî hayatımıza ait” lâhika mektuplarının başındaki, “İslâm kahramanı Adnan Menderes’e” hitabın anlamını anlamaya çalışırdık… (Tarihçe-i Hayat, 534)
Bir defasında, Bediüzzaman’ın lâhika mektupları arasına aldığı babası Adnan Menderes’in “Konya nutku”nu Emirdağ Lâhikası’ndan kendisine okumuştuk…
1957’deki “Konya Nutku”nda Adnan Menderes, “Türk milleti Müslümandır ve Müslüman olarak kalacaktır. Evvelâ kendine ve gelecek nesillere dinini telkin etmesi, onun esâsını ve kâidelerini öğretmesi ebediyyen Müslüman kalmasının münâkaşa götürmez bir şartıdır. Halbuki mekteplerde din dersi olmayınca evlâdına kendi dinini telkin etmek ve öğretmek isteyen vatandaşlar bu imkânlardan mahrum edilmiş olurlar. Müslüman çocuğu dinini öğrenmek gibi pek tabiî bir haktan mahrum edilmemek icâb eder. Böyle mahrumiyet ve imkânsızlık vicdan hürriyetine uygundur denilmez. Bu itîbarla, orta mekteplerimize din dersleri koymak, yerinde bir tedbir olacaktır” sözlerini tahlil etmiş, din eğitimi ve öğretimi perspektifini büyük bir dirâyet ve cesâretle ortaya koyduğunu konuşmuştuk.
Demokrat Parti’nin “laiklik telâkkisi”ni, “bir taraftan din ile siyasetin birbirinden ayrılması diğer taraftan ise vicdan hürriyeti mânâsına geldiğini” târif eden Menderes’in, “Dinsiz bir cemiyetin, bir milletin pâyidar olabileceğine inanmıyoruz” tavzihini tahlil etmiştik…
“ANADOLU’DAKİ MÜSLÜMANLARI MÂNEVÎ KUVVET VE DUÂCI YAPMAK...”
Aydın Menderes’le ayrıca Adnan Menderes’in, din derslerini verecek muallimlerin ve “din görevlileri”nin yetişmesi için din eğitimini ve öğretimini verecek orta, lise ve yüksek okullar için, “İslâmlık, milletimizin vicdanında en musaffa seviyesini bulmuştur. Müslümanlığı ve onun esâslarını, fârizalarını (farzlarını) ve kâidelerini kifâyetle telkin edip öğretecek öğretmenlerimizin yetiştirilmesine ayrıca gayret sarfedilecektir” hizmet ufkunu açıklamasının anlamı üzerinde durmuş; ve lise derecesinde ilk mezunlarını verecek imam hatip okullarından sonra ileri seviyede din tahsili veren tedris dinî müesseselerin yurtta fazlalaştırılması müjdesini yorumunu almıştık.
Keza Bediüzzaman’ın “lâhika mektupları” arasına aldığı “Demokrat Nur Talebeleri” imzalı “Sayın Adnan Menderes” hitabıyla başlayan mektubun sonunda, “Sizin gibi ‘dinin icâplarını yerine getireceğiz, din bu memleket için hiçbir tehlike teşkil etmez’ diyen bir başvekil” tavsifinin mânâsını; ilk icraat olarak ezân-ı Muhammedî yasağının kaldırılıp aslına çevrilmesinin ardından, müfredata din dersleri konulup din eğitimi ve öğretimini veren okulların açılması, din hürriyetinin temini, din başta İmam Hatipler ve daha sonra Yüksek İslâm Enstitülerinin açılmasıyla, dinî tedrisatı ders verecek öğretmenlerin yetiştirilmesi icraatlarını tebrik etmesindeki takdirin anlamını dinlemiştik. (a.g.e., 423)
Menderes’in daha sonra çokça tartışılacak olan, doğrusu 27 Mayıs darbesine ve dâvâ arkadaşlarıyla beraber darağacına giden serencâmda bir kısım ifsad şebekelerince bahane edilip düğmeye basılmasına sebep olduğu iddia edilen sözkonusu “Konya Nutku”nu Bediüzzaman’ın “lâhika mektupları” arasına almasına fevkalâde mütehassis olan Aydın Menderes, Bediüzzaman’ın, “Nutka dair açıklama”da, “Anadolu’daki Müslümanları ve Nurun bütün talebelerini ona (Menderes’e ve Demokratlara) bir mânevî kuvvet ve duâcı yapmak” temennisini okuduğumuzda, oldukça memnun ve mesrur olmuştu. Bilhassa Bediüzzaman’ın, “Başvekilin Konya’daki ehemmiyetli nutku için umum Nur Talebeleri ve mektepli mâsum çocuklar nâmına yazmayı düşündüğü ‘tebrik’ yerine bir ‘hâşiye” olarak ilâve ettiğini gösterdiğimizde fevkalâde duygulanmıştı. (Emirdağ Lâhikası, 418-419)
Zira çeşitli defalar Bediüzzaman’la Menderes arasında “mânevî irtibat” hattının anlam değerini bilenlerdendi…
BEDİÜZZAMAN’IN TAKDİR VE DUÂSINA MAZHARİYETİN SIRRI…
AYDIN Menderes, babası Adnan Menderes’in mânevî hizmetlerini anlatırken âdeta o günlere gider, babasıyla birlikte olduğu günleri yaşardı. Merhum Menderes’in din ve vicdan hürriyetine, din eğitimi ve öğretimine yaptığı hizmetleri hatırlattığımızda hastalığını unutur, âdeta coşardı:
“Demokrat Parti iktidara geldiğinde Başvekil Menderes, İstanbul’a ilk gittiğinde bir gece müze müdürüne, tıpkı Yavuz Sultan Selim’in Mısır’ın fethindeki gibi, ‘Emânet-i Mukaddese nerede?’ diye sorar. Müze müdürü yerini gösterince, Menderes abdest alır ve yine Yavuz gibi, bu mukaddes emânetleri büyük bir ihtiramla tek tek omuzlayıp bizzat taşıyarak hazırlanan yerlerine koyar.”
“Mukaddes Emânetler açıldığı zaman, Menderes sanki o an Resûlullah’ın huzurundaymış gibi ellerini bağlar; büyük bir saygı ve huzurla emânetleri taşıdığını aktaran Aydın Menderes, peşinden bir diğer hâtırayı da nakletmişti:
“Babam Adnan Menderes 1959’un sonunda Emânet-i Mukaddeseyi Sultan Eyüp’e nakletme kararına varır. Dünyadaki hâfızları çağırıp, Mukaddes Emânetler Kur’ân tilâvetiyle buraya taşınacak ve Eyüp’te Kur’ân okunmaya devam edilecekti. 1960 yılının 15 Hazirandaki bu taşıma işlemi için hâfızlara dâvetiyeler bile gönderilir. Ne var ki, 27 Mayıs İhtilâli bir çok hayırlı hizmeti akamete uğrattığı gibi bunu da akamete uğratır…”
Merhum Demokrat Parti milletvekili Gıyasettin Emre’nin de te’yid ettiği bu hâtıraya dair, “1980 yılının başlarında Demirel Başbakanken ben bunu kendisine anlattım. ‘Siz Menderes’in ve Demokrat Parti’nin devamısınız. Ramazan geliyor, hiç değilse bunu bu ayda ihya edin’ dedim. Belki başkaları da demiştir. Demirel, bunu ihya etti ve o Ramazan ayında fâsılasız Kur’ân tilâveti okunmaya başlandı” demişti.
Bilindiği gibi, Emanet-i Mukaddesede Kur’ân okunması 12 Eylül 1980’e kadar sürdü. 12 Eylül darbesiyle kesildi. Tıpkı Menderes’in başlattığı Kur’ân tilâvetinin 27 Mayıs’la kesilmesi gibi.
Menderes’in Emânet-i Mukaddeseye hizmeti ve hürmeti tek başına, Demokratların milletin duâsına ve senâsına mazhariyetinin sırrını ve Bediüzzaman’ın merhum Adnan Menderes’e “İslâm kahramanı” dediğinin anlamını okutturur…
— DEVAM EDECEK—
CEVHER İLHAN