"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Gözaltındayken Demirel aradı, bize sahip çıktı

06 Ekim 2018, Cumartesi 00:19
Başka hiç kimse arayamadı. Bu yaptığından dolayı üstüne gidildi. Hatta Cindoruk da dahil, gazetelerin yazarları üzerine gittiler. Demirel “Said Nursi büyük bir âlimdir. Aksini söyleyenin alnını karışlarım” dedi ve geri adım atmadı.

Nur hizmetini daha yakından tanıma ve Türkiye’nin son elli, elli beş yılını Nurculuk perspektifinden değerlendirmek için

DEMİREL NEZARETTE ARADI, BİZE SAHİP ÇIKTI

Nezaretteki üçüncü günümüzdü. Polis memuru telâşla aşağı indi. 

Biz öğle namazını kılıyorduk: “Mehmet Ağabey, seni yukarıya çağırıyorlar.” “Tamam, beni çıkarın, geleyim” dedim. “Demirel telefon etti” dedi.

Neyse biz yukarıya çıktık. Demirel telefon etmiş. Görüşmek istiyormuş. Biz aşağıdayız, aşağısıyla yukarısı arasında hayli mesafe var.  Hiç kimse bizimle görüşemiyor, konuşturulmuyor. Başkomiser ve yardımcıları da var. Onlar da heyecanlandı.

“Mehmet Bey, biraz önce aradı. Biraz sonra yine arayacak. Lütfen oturun” dediler.

Tam on beş dakika sonra aradı. Ben telefona çıktım. Baktım, gayet yerinde mesajlar veriyor ve “Geçmiş olsun” diyordu.

ÜZÜLMEYİN, ÜSTAD BURALARA MEDRESE-İ YUSUFİYE DEMİŞ

“Üzülmeyin, Üstad da buralara medrese-i Yusufiye demiş. Metin olun” dedi.

Ben, “Hiçbir şeyimiz yok. Biz iyiyiz” dedim.

“Ben arkanızdayım. Meselenizi takip ediyorum. Hiç merak etmeyin. Bunlar geçer” dedi.

Tabiî ondan sonra polislerin bize karşı tavrı değişti. Hükümetten bir kişi bile aramadı. (ANAP Hükümeti) Nezaretten çıktıktan sonra Demirel’i ziyarete gittik. Demirel hakikaten, Türkiye’de devlet adamı vasfını taşıyan bir insan olarak, sadece o bizi savundu. Hatta DGM savcısı tehdit de etti. O hiç oralı olmadı.

Nurculuk meselesi her gündeme geldiği zaman; meselâ, “Tansu Hanım bizimle gizli görüşmüş” diye ortalığı velveleye verdiler. O hengâmda Demirel’e de sordular. Demirel hiç çekinmeden, “Kutlular benim otuz senelik arkadaşımdır. Kendisiyle gayet medenî ilişkilerimiz vardır” dedi.

Bunu söylemek, o şartlarda ve böyle hadiseler içinde kolay değildir. Cesaret isteyen bir şeydir. Bana göre vefanın, inancın, hüsn-ü zannın, bir muhabbetin neticesidir bu davranış.

Şahsıma değil, Üstadıma, eserlerine, cemaatine olan muhabbetin belirtisidir bu davranışları Demirel’in.

Ziyaretine gittiğimizde, aynen şu ifadeyi kullandı: “Mehmet Bey, ben bilerek telefon ettim. O telefonların dinlendiğini bilerek aradım. Kelimelerimi de ona göre seçtim. Sizin sahipsiz olmadığınızı, arkanızda olduğumu, daha kötü bir muameleye maruz kalmamanız için takip ettiğimizi onlara bildirmek için aradım” dedi.

DEMİREL: SAİD NURSΠBÜYÜK BİR ÂLİMDİR

Başka hiç kimse arayamadı. Bu yaptığından dolayı üstüne gidildi. Hatta Cindoruk da dahil, gazetelerin yazarları üzerine gittiler. Demirel “Said Nursî büyük bir âlimdir. Aksini söyleyenin alnını karışlarım” dedi ve geri adım atmadı. 

Bu yüzden, Demirel’in Üstada ve cemaate karşı samimiyetine hep inanmışımdır. Meselâ Nazmiye Hanımın babası, Üstad ile münasebeti olan bir insan. Hatta Nazmiye Hanımın babasına Üstadın vermiş olduğu demir paraların kendisinde olduğunu söylüyordu Demirel. Bize vermesini istediğimizde, “Hayır vermem, onların ayrı bir değeri var” demişti.

Üstadın, “Benim yerime şehit oldu” dediği Hafız Ali’den ders almış. “Kur’ân’ı bana öğreten Hafız Ali’dir” diyordu Demirel. Ve kardeşi Ali Demirel de hıfzını Hafız Ali’den yapmış. Bütün etrafı, çevresi Risale-i Nur ve Üstad... O sıkıntıları, çileleri hep görmüşler, yaşamışlar. Bu yönüyle de yakınlığı var.

“BUNLAR NURCULARDIR, DESTEKLERİ HASBİDİR”

Bir hatıra:

12 Mart’ta Bekir Ağabeyi de tevkif etmişlerdi. İzmir’de Narlıdere askerî hapishanesindeydi.  Bekir Ağabey, “Demirel ile görüş. Askerî Yargıtay Başkanı Fahri Çoker var. Gerçi solcu biri. Ama onun kanalı ile belki yardımcı olabilir. Onun bir adamını tanıyor olabilir” dedi. Bir an evvel tahliye olup devam eden Nurculuk dâvâlarını takip etmeyi istiyordu.

Meclise gittim. AP grup odasında beni kabul etti. Müstafî bakanlarla bir aradaydı. Bir kısmını tanıyordum. 

Beni tanıtırken, aynen şu kelimeleri kullandı:

“Arkadaşlar! Mehmet Bey, Bekir Beyin arkadaşıdır. Bunlar Nurculardır. Türkiye’de bizi hasbî olarak destekleyen insanlardır bunlar. Hata, yanlış yaptığımızda, bunlar bizi ikaz eder. Onları dinlemesek bile bize küsüp darılıp gitmezler. Bunlar böyle insanlardır” dedi.

Sonra özel olarak kenara çekti. “Ne var?” dedi.

“Bekir Ağabeyin selâmı var. Böyle böyle söylüyor” dedim. “Tabiî tabiî, hemen” dedi. Turhan Bilgin’i çağırdı.

“Bak, Bekir Bey içeride; sen yardım edeceksin” dedi.

Meğer Fahri Çoker, Turhan Bilgin’in eniştesiymiş. Turhan Bilgin’in annesi, Çoker’in kayınvalidesiymiş.

“Sen şimdi gideceksin. Mehmet Bey de burada. Eniştenle görüşeceksin. Bu işi yapacaksın.”

“Baş üstüne, emrin olur” dedi Turhan Bilgin. Demirel, “Hemen şimdi” dedi.

Turhan Bilgin ile biz çıktık. Oradan özel arabaya bindik. Eniştesi Gölcük’te yazlıktaymış. Eve ulaştık. 

Turhan Bilgin’le eniştesi arasında şu diyalog geçti:

“Enişte, bak senden isteyeceğim şey, benim hayatımda en önemli bir meseledir. Bu benim için çok mühim bir şeydir. Lütfen bu konuda bana yardımcı ol.”

“Turhan, nedir, bir anlat bakalım!” 

“Mehmet Bey şimdi sana anlatacak.”

Turhan Bilgin bu arada annesine de, “Anne bu enişteme söyle! Bizim bu meselemizde mutlaka yardımcı olsun. Benim istikbalim bu işle alâkalı” dedi.

Sonra ben kendisine Bekir Ağabeyin durumunu nezaketle anlattım ve “Tahliye edilmesini istiyoruz. Bu hususta yardımınızı bekliyoruz” dedim.

“Benden çok zor bir şey istiyorsunuz. Yahu bu Bekir Bey. En sivri adam” dedi.

“Beyefendi siz bu işleri bilirsiniz. Bunun hem insanî tarafı vardır. Hukukî noktada da suç işlemişliği yok. Suçlu olarak, suç işlerken yakalanmış değil. Dershane dediğimiz yerden alınıp, götürülüp, tevkif ediliyor. Hepsi bu” şeklinde rahatlatmaya çalıştım.

Bir taraftan da Turhan Bilgin baskı yapıyordu, “Bana Beyefendi emir verdi” diye.

O da biraz Turhan Bilgin’i teskin etmeye çalıştı:

“Yahu telâşlanma, bir şeyler yapmaya uğraşırız Turhan.” 

“Hayır, hayır söz ver.”

Turhan Bey orada kaldı. Ben İstanbul’a döndüm.

Zannediyorum faydası da oldu. Bekir Ağabey kısa bir süre sonra tahliye edildi.

Burada önemli olan Demirel’in cemaate yakınlığı ve anlayışıydı.

DGM’DE İFADE VERME: SAVCILARLA HESAPLAŞMA

On beş gün sonunda DGM’ye götürdüler bizi. Başsavcı ifademizi alacaktı. Başsavcı Nusret Demiral ve yardımcısı bir askerî savcıydı.

DGM’ye çıkmadan, müsbet hâkimlerin varlığından haberdar edilmiştik, arkadaşlarımız tarafından. Hâkim karşısına çıkmadan önce savcı tarafından ifademizin alınması gerekiyordu.

Bütün arkadaşlarla birlikte DGM’de sıramızı beklemeye başladık.

İlk önce beni çağırdılar. “Oturun,” dedi savcı.

İfademi askerî savcı alacaktı. Nusret Demiral, pencereye gitmiş, elinde bir dosya, gözlüğünün altından benim bulunduğum kısma bakıyordu. Zabıt kâtibi hazır bekliyordu.

“Gerek yok, oturmayacağım” dedim. “Ayakta durmayı tercih ederim” diye ekledim.

“İfadenizi alacağız” dedi.

“Alın, benim ayakta olmam sizin ifade almanıza mâni değil” dedim. Yüksek sesle konuşmaya başladım ve şunları söyledim:

“Siz hangi hakla bizi zulmen on beş gün burada tutuyorsunuz? Kanunun verdiği yetkiyi niçin kötüye kullanıyorsunuz? Nasıl yaparsınız bunu?”

Zaten on beş gün bilenmiş, barut gibi olmuştum. “Efendim, o bizim kanunî yetkimiz” dedi.

“Sizin kanunî yetkiniz ayrı, kanunî yetkiyi kanun vermiş. O bir şeyin sınırıdır. Ben bilinen bir insanım. Kendi ayağımla geldim buraya size ifade vermek için. Siz bizi kabul etmediniz. Sadece bu bile sizin bize karşı kinle hareket ettiğinizi göstermeye yeter bir delildir. Bizi on beş gün nezarette bıraktınız. Siz nezaret nedir biliyor musunuz?” dedim.

“Bana böyle konuşamazsın” dedi.

“Konuşurum, sen kimsin ki konuşamayacağım?” dedim. “Ben müstemleke vatandaşı değilim? Ben Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıyım. Elbette bu sizin yaptıklarınızın hesabını biz de size soracağız” diye devam ettim.

“Beni tehdit mi ediyorsun?” dedi.

“Seni tehdit etmiyorum, konuşuyorum. Benim konuşmama mâni olamazsın sen” dedim.

“İfadeni alacağız!”

“Sen sual soracaksın, ben yazdıracağım. Sana güvenim yok. Senin yazdırdığının altını imzalamam.”

“Nasıl olur efendim?”

“Basbayağı olur. Sen beni sorgulamıyor musun? Sorguluyorsun. Öyle ise sual soracaksın. Ben zabıt kâtibine kendim yazdıracağım. Senin böyle bir takım kelime oyunlarınla aleyhime olacak şekilde, söylediklerimin kayda geçmesine izin vermeyeceğim.”

“Ama bu bizim usûlümüz.”

“Usûlünüz ise sen benim ifademi al, ben imza atmayacağım.” 

Okunma Sayısı: 14358
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı