Haziran’ın son haftasında “Suriye ile yeniden diplomatik ilişkileri kurmamak için bir sebep yok.
Geçmişte nasıl yaptıksa yine yapabiliriz” diye konuşan Cumhurbaşkanı’nın Almanya dönüşü “Beşar Esed şu anda Türkiye ile ilişkileri düzeltme noktasında bir adım attığı anda biz de ona karşı o yaklaşımı gösteririz” diye Suriye meselesini yeniden gündeme getirmesi dikkati çekti.
Ne var ki bununla kalmayıp,“Biz Esed ile ailece görüşüyorduk” ifadelerini tekrarlayıp, Rusya Devlet Başkanı Putin ile Irak Başbakanı Es-Sudani’nin bir görüşme için devrede olduğunu belirtip, “Biz davetimizi yapacağız. İnşallah bu davetle birlikte de Türkiye-Suriye ilişkilerini geçmişte olduğu gibi aynı noktaya getirelim istiyoruz, davetimiz her an olabilir” acelesi onca ikaz ve çağrıya rağmen neden on üç yıldır beklendiği sorusunu yeniden sorduruyor.
Zira Ankara’dakiler, Suriye’nin kuzeyinde işgalci ecnebilerin “emperyal hegemonya ve çıkar plânları”yla Suriye’nin de bölünüp parçalanmasını “hedef” alan BOP “tefrika projeleri”de yer aldılar. Şam’ın baştan beri Ankara ile “diyalog” için “Suriye’nin toprak bütünlüğüne saygının gereği olarak Türk askerinin topraklarından çekilmesi ve Suriye’deki silâhlı muhalif savaşçılara desteği kesmesi” şartını koşmasına karşı Suriye topraklarında askeri operasyonlara devam edildi.
SURİYE’YLE BU HALE NASIL GELİNDİ?
Her ne kadar Cumhurbaşkanı “Suriye ile düşman değiliz” dese de, düşülen vartada yıllardır “Suriye düşmanları” küresel işgalcilerin ve istilacıların savaş ve işgal projeleriyle Müslüman komşu ülkeye “düşmanlık” edildi. “Suriye meselesi içişimizdir” saplantısıyla “Şam yönetimini devirme” tuzağına düşülerek uluslararası ifsad şebekelerince tahrik edilen iç savaş fitnesinde taraf olup Türkiye “savaş ve cephe ülkesi” haline getirildi.
Ve ne yazık ki bu saikle ABD ve işgal ortaklarının her türlü askeri ve lojistik desteği verdiği, silâh sevkiyatıyla ordu kurdurduğu taşeronları PYD/YPG’ye devlet kurdurmak için her türlü askeri ve lojistik desteği sürdürmesine âdeta seyirci kaldı. Türkiye, bölgede başta maaşa bağladığı ÖSO olmak üzere Suriye ordusu ile savaşan, El Kaide’den IŞİD’e dönüşen El Nusra ve HTŞ gibi maşa radikal gruplarla ve terör örgütleriyle birlikte çalışarak başlıca destekçilerinden biri yapıldı.
Suriye topraklarında yüzlerce şehid verildi, Cumhurbaşkanı’nın sekiz yıl önce 40 milyar dolar harcadıklarından yakındığı ve halen 100 milyar doları aştığı hesaplanan sekiz ile on milyonu aşkın sığınmacı problemi ortada bırakıldı. En azından yapılması ve iç savaştan kaçıp yurtlarını terk edenlerin evlerine, kent ve köylerine, topraklarına dönmeleri için Suriye hükûmeti ile işbirliği yapılması çağrılarına kulak asılmadı. Türkiye büyük göçmen yüküyle karşı karşıya bırakıldı.
En son Cumhurbaşkanı’nın son “görüşme” mesajları üzerine, Kayseri’den tetiklenip Anadolu’ya sıçratılmak istenen fevkalâde vahim ve tehlikeli provokasyonlara ortam oluşturuldu. Keza Suriye’nin kuzeyinde TSK’nin kontrolündeki bazı bölgelerde ÖSO ile bazı terör örgütlerinin Ankara tarafından “satışa geldikleri”ni protestosuyla; “hıyanete uğrayıp ortada bırakıldıkları” tepkisiyle Türkiye’den giden yardım TIR’larına ateş açıldı, Türkiye kurumlarına saldırıldı, Türk Bayrağı gönderden indirildi ve Türkiye protestoya cüretlendirilmesine sebebiyet verildi.
NORMALLEŞMENİN ÖN ŞARTI...
Gelinen safhada, ecnebilerin işgal ve tefrika projeleri hesâbına Suriye ile “anormalleşme”nin maddi ve mânevî onca ağır bedelini millete ödetmenin hesâbını vermeden Cumhurbaşkanı’nın yıllardır “katil” dediği ve “mutlaka gitmesi gerekir” diye direttiği Esad için “her an davet edebiliriz” diye “normalleşme”den bahsediyor.
Oysa Suriye’nın barışı ve bölgenin istikrarı için öncelikle Birinci Dünya Savaşı’nda “mübârek kardeş Arapların mücâhit Türklere karşı kışkırtılması”nda sahnelendiği gibi, Müslümanları birbirine düşürüp kırdırma ifsadıyla Osmanlıyı ve İslâm dünyasını bölüp parçalama amaçlı ecnebilerin “gaddarâne Sevr muâhedesi su-i kast plânı”nın günceli olan ve 22 İslam ülkesini mezhebi ve etnik iftiraklarla “devletçikler”e dilimlemeyi hedefleyen BOP’a mukabil Suriye ve bölge barışı için Bediüzzaman’ın “kıymettar ittifak” dediği Bağdat Paktı mânâsında anlaşma ve işbirliklerine ihtiyaç vardır.
“Ecnebi parmağının karışması”yla etnik ve mezhebî farklılıkları kaşıyan komplolara karşı, “Astana ve Soçi mutâbakatları” çerçevesinde Suriye’nin toprak bütünlüğünün, siyasi birliğinin tanınması ekseninde merhum Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’le dönemin Suriye Devlet Başkanı Hâfız Esad arasında 20 Ekim 1998’de Adana’da imzalanan ve 2011’e kadar Türkiye ile Suriye arasında barışı, terörle ortak mücadeleyi ve topraklarında birbirlerine yönelik terör örgütlerini barındırmamayı sağlayan “Adana mutabakatı”na yeniden işlerlik kazandırılması gerekiyor.
Evvela barışın ve işbirliğinin gereğinin yerine getirilmesi icâb ediyor…