“Halî bir türbe kubbesinde inzivada idim. Bana çorba geliyordu. Bende tanelerini karıncalara veriyordum. Ekmeğimi onun suyu ile yerdim. Benden sordular, ben dedim. ‘Bu karınca ve arı milletleri cumhuriyetçidirler. Cumhuriyetperverliklerine hürmeten, taneleri karıncalara veriyorum…
Hulefa-i Raşidin; hem halife, hem reis-i cumhur idiler. Sıddık-i Ekber( r.a) Aşere-i Mübeşşere ve Sahabe-i Kirama elbette reis-i cumhur hükmünde idi. Fakat mânâsız isim ve resim değil. Belki hakikat-i adaleti ve hürriyet-i şer’îyeyi taşıyan mânâ-yı dindar cumhuriyetin reisleri idiler.’’
Cumhuriyet’in kuruluşunda da Birinci mecliste, milletvekillerine hitaben, bir beyanname neşreden Bediüzzaman der ki: “Şu inkılab-ı azimin temel taşları sağlam gerek. Şu meclisin şahsiyet-i maneviyesi, sahip olduğu kuvvet cihetiyle, mana-i saltanatı deruhte etmiştir. Eğer, şeair-i İslamiyeyi bizzat imtisal etmek ve ettirmekle mânâ-i hilafeti adhi vekaleten deruhte etmezse….. mânâ-i hilafeti tamamen kabul ettiğiniz isme ve resme ve lafza verecek..’’ (25)
Bu yeni bir bakış açısıdır. Cumhuriyet ve parlamento büyük bir inkılaptır. Büyük bir yeniliktir. Bu noktada, bizi birbirimize rapt eden, bağlayan İslamiyete ve O’nun getirdiği umdelere sahip çıkılmalıdır ki, inkılabın temeli sağlam olsun.
Bu; muktezay-ı hale mutabık hareket etmektir. Bu; Said Nursî’nin, ‘Eski hal muhal ya yeni hal ya izmihlal’ anlayışının özgün ve yenilikçi anlayışının bir ürünüdür. Saltanat ve hilafeti artık, tek kişi değil umum milletin adına seçilmiş bir meclis devam ettirecektir ve saltanat vazifesi meclisin omuzlarındadır.
Bu yaklaşım ve bu anlayış İslam ümmeti için yeni bir vizyondur, yeni bir bakış açısıdır. Vaesefa bu özgün ve Kur’ân’î anlayış İslam toplumlarında bu gün dahi anlaşılabilmiş değildir.
Dikkat edin diyor, bu isimden ibaret kalmasın diye de milletvekillerini bu noktada uyarıyor.
Gerçektende bu büyük bir değişimdir ve meclis açısından, parlamentoya bakış açısı bakımından özgün bir yaklaşımdır.
Peki bu İnkılap bu değişiklik bu yenilik çağın getirdiği bu yönetim şekli ki -Said Nursî açısından İslam uygun- zikredilen şekliyle kabul edilmezse olacak olan şey nedir? Bu soruya da Said Nursî, Mesnevi-i Nuriye eserinde şöyle çarpıcı bir cevap verecektir:
Meclis elinde bulunmayan ve meclis tarikiyle (yoluyla) olmayan bir kuvvet, inşikak-ı asaya (kırılmaya, parçalanmaya, kutuplaşmaya) sebebiyet verecektir.’’
Bediüzzaman’ın bu özgün fikirlerinin, bu gün yaşadığımız coğrafyada ne kadar da haklı ve geçerli olduğu hâlâ güncelliğini korumakta ve uygulanmayı beklemekte olduğu çok net bir şekilde orta yerde durmaktadır.
Said Nursî, Cumhuriyeti, hürriyetin ve serbestiyetin en geniş şekli olarak kabul eder ve sahiplenir. (26)
Cumhuriyet’in nasıl olması gerektiğine de açıklık getiren Said Nursî; yanlış uygulanan Cumhuri sistemden de şikayet ederek meydana gelebilecek olumsuzluklara da Şualar isimli eserinde şöyle işler. Zındıklar ve münafıklar, İstibdad-ı mutlaka ‘ Cumhuriyet’ namı vermekle, irtidad-ı mutlakı rejim altına almakla, sefahat-i mutlaka ‘ medeniyet’ ismi vermekle, cebr-i keyfi-i küfriye ‘ kanun’ ismini takmakla hem sizi iğfal, hem hükümeti işgal ( meşgul) hem bizi perişan etmek, hakimiyet-i İslamiyeye ve millete ve vatana ecnebi hesabına darbeler vuruyorlar.’’
SAİD NURSÎ: BEN DİNDAR BİR CUMHURİYETÇİYİM!
1935 senesinde yargılandığı Eskişehir Ağır ceza mahkemesinde, kendisine Cumhuriyet hakkındaki düşünceleri soruldu. Bediüzzaman da onlara Cumhuriyeti anlattı:
“Daha siz dünyaya gelmeden ben dindar bir cumhuriyetçiydim.’’ (27) dedi.
Ve savunmasına şöyle devam etti:
“Halî bir türbe kubbesinde inzivada idim. Bana çorba geliyordu. Bende tanelerini karıncalara veriyordum. Ekmeğimi onun suyu ile yerdim. Benden sordular, ben dedim. ‘ Bu karınca ve arı milletleri cumhuriyetçidirler. Cumhuriyetperverliklerine hürmeten, taneleri karıncalara veriyorum…Hulefa-i Raşidin; hem halife, hem reis-i cumhur idiler. Sıddık-i Ekber( r.a) Aşere-i Mübeşşere ve Sahabe-i Kirama elbette reis-i cumhur hükmünde idi. Fakat mânâsız isim ve resim değil. Belki hakikat-i adaleti ve hürriyet-i şer’iyeyi taşıyan mânâ-yı dindar cumhuriyetin reisleri idiler.’’ (28)
Cumhuriyet; halkın seçtikleriyle ülkenin bir parlamento, bir meclis tarafından idare edilmesi ise, İslam neden bu yönetim şekline karşı olsun ki?
Padişahlar seçimle mi iş başına geliyorlardı? Ama Hulefa-i Raşidin seçimle iş başına gelmişlerdi.
Hz. Peygamberin (a.s.m.) vefat ettiği gündü. Hz. Ebubekir (r.a), Hz. Ömer (r.a), sahabiler defin işleriyle meşguldü. Bu esnada beni sade denilen mevkide bir kısım ensar ve muhacirden kimseler bir araya gelmiş; içlerinden yaşlı bir sahabeyi halife yapma konusunda konuşuyorlardı.
Bu hale muttali olan Hz. Ömer (r.a) hemen Hz. Ebubekir’in (r.a) yanına vardı ve durumu anlattı.
Defin işlemlerini yarıda bırakan Hz.Ebubekir (r.a), Hz.Ömer(r.a)’le birlikte oraya vardılar. Hz. Ebubekir; Hz.Ömer’le, oradaki yaşlı sahabenin elini tutarak, yukarıya doğru kaldırdı ve dedi ki -bu ikisinden birine biat edin, ikisinden birini seçin.
Hz.Ömer (r.a), o esnada zekice davranarak; Hz. Ebubekir’in elini öptü ve ben, sana biat ediyorum, seni seçiyorum dedi. Bunu gören diğer sahabide Hz. Ebubekir’e biat etti. Bunu duyan diğer sahabelerde, diğer kabilelerde; Hz. Ebubekir’e biat etti.
Hz. Ebubekir mescide vardı. Minbere çıktı. Sahabeler, kabileler grup grup geldiler ve Hz. Ebubekir’e biat ettiler. Onu halife olarak seçtiler. Gecenin geç vaktine kadar, bu seçim, bu biat devam etti.
Bakın, Hz. Peygamberin (a.s.m) naşı, ortada duruyorken seçim olmuştur. Ve Kâinatın efendisi ertesi gün defnedilmiştir..,
Dünya böyle bir seçime ilk defa şahit oluyordu. İslam peygamberinin (a.s.m.) naaşı beklerken, İslamlar halife seçiyorlardı.
İşte Cumhuriyet. İşte demokrasi. İşte meşrûtiyet. Adına ne derseniz deyin. En kamil mânâda İslamiyette vardır. Ve Bediüzzaman, ben dindar bir cumhuriyetçiyim dedikten sonra bu olaya vurgu yapmıştır.
Ve dört halifede, beşincisi Hz. hasan da, seçimle, reyle iş başına gelmiş ve halife olmuşlardır.
Bediüzzaman, insanlık tarihinin, en çarpıcı seçimini, Cumhuriyet adıyla nitelemiş ve Eskişehir Mahkemesinde cumhuriyeti böyle savunmuştur.
Ruhu şad olsun.