Türkiye Yüzyılı uzayda başladı ve yine uzayda devam ediyor. Cep telefonu ve internet hizmetlerine iki yıl içerisinde %500’leri aşan oranlarda yapılan zamlar, astronomi biliminde ulaştığımız noktanın tescili hükmünde. Telekomünikasyon deyince akla ilk gelen şeylerden biri uydudur. Uydu uzayda dolaşır, öyleyse fiyatları da neden uzaya çıkmasın?
Bugünlerde, 150 TL’lik cep telefonu faturası ödeyenlere bundan sonra en az 500 liralık fatura ödeyecekleri müjdeleniyor. Üstelik bu ücret, bir yıllık kullanım taahhüdü verenlere teklif ediliyor. Sabit internet ücretleri de 500-600 civarlarında. Geçen seneden verdiği kullanım taahhüdü süresinin dolmasına 3 ay kala yapılan bu cazip(!) tekliflerini beğenmeyip burun kıvıran ve “Nasıl olsa, daha iyi bir teklifle daha gelirler, sürem dolunca bir daha değerlendiririm” diyenlere kötü bir haberimiz var; zaman geçtikçe fiyatı daha da artırıyorlar, ilk teklifleri kabul etmeyen müşteriler bin pişman. Abone olarak verdiğimiz taahhüt sözünü tutup ayrılmadığımız hâlde, maalesef operatörler 3 ay öncesinden yeni ve yüksek bir paket seçeneği ile gelip “Şimdi kabul etmezseniz fiyat daha da yükselecek” diye korkutuyor. 12 ay boyunca sabit ücret sözünü operatör, bizim iyiliğimiz için çiğniyor yani, fedakârlığın böylesi gözlerimizi yaşartmıyor değil.
Yüksek fiyatlardan canı yanan kullanıcılar şikayet etmeye başlayınca hemen Avrupa ile kıyaslamaya başlıyorlar, Euro ve dolar cinsinden hesapladıklarında ucuz kaldığını bile söylüyorlar. Alım gücü ve maaş ortalamasını geçtik, kıyaslamanın doğru olabilmesi için verien hizmetin de aynı olması gerekmiyor mu? Dünya internet hızı sıralamasında 180 ülke arasından 111. sırada yer aldığımızı hatırlatalım. En ufak bir tabiî afet anında kilitlenen ve kullanılamayan şebekeler, bağlanılamayan internetler de cabası.
Sosyal medya mecralarında yükselen tepkiler üzerine Türk Telekom CEO’su “Bugün Türkiye’de 4 kişilik bir ailenin ayda 5-8 damacana su tükettiğini düşünürsek ve bir alegori yaparsak ‘Türkiye’de internet tarifeleri sudan ucuz’ demek yanlış olmaz” diye açıklama yaptı. Ne kadar da tele-komik bir açıklama, öyle değil mi? Akarsuların gürül gürül aktığı, gölleri ve yeraltı suları bakımından fevkalade zengin olan ülkemizde, neden damacana suyuna ihtiyaç duyulduğu sorulmuyor nedense... Ayrıca, damacana fiyatlarının düşük olduğunu kim söyledi acaba? “Cana geleceğine eve damacana gelsin” diyenler de genelde yemek ve çay için şebeke suyunu kullanır, nasıl olsa kaynayınca içilebilir hâle geleceğini düşünerek. Hazır suların pahalılığından sebep birçok insan artık arıtma cihazlarına yöneldi, buna da gücü yetmeyenler tamamen şebeke suyuyla idare ediyor.
Tele-komik “siyo” suya bakarak “Su gelir güldür güldür, alegorisi gel bizi güldür” diye düşünmüş olabilir mi? Bir damacana su alınca, evdeki herkes ondan istifade edebilir ama cep telefonu aboneliğine, kurbanlık danaya ortak olur gibi girilebilir mi? Bu nasıl bir kıyas, anlamak mümkün değil.
Meşhur Fransız yazar Victor Hugo, damacana hesabı üzerinden kendine haklılık payı çıkarmak isteyen günümüz “siyo”larını görse muhtemelen “Sebiller” diye bir roman yazardı. Romanın baş kahramanının ismi de “Damajean Vercan” olsa tadından içilmezdi...