Bulunduğumuz coğrafyada kendisine en çok kıymet atfedilen organizasyonlardan biri düğündür. Pek çokları için düğün, hayatının en önemli olayıdır; toplumsal hayatta en çok göz önünde bulunacağı bir faaliyettir.
Düğünlerin en önemli mesajı, başkalarına “duyun” demektir, “evlendiğimizi duyun ve bize hayır duanızı edin”. Bununla birlikte, günümüzde başkalarının düğün hakkında ne diyeceğine kulak kesilmek evlenen taraflar için daha öncelikli hale gelmiş. Zamanın ruhu “Eller ne der, el diline düşmeyelim” gibi endişelerle hareket etmeyi ve yaptığı her işi ışıltılı bir gösteriş içinde sunmayı telkin ediyor. Ancak bu gösterişin bir bedeli var ve umumiyetle bu bedelin ödenmesi düğün sonrası birkaç yılı düyunu-u umumiye şartları altında yaşamayı gerektirebiliyor.
“Düğünyevîleşme” başlıklı yazımızda bu süreçten bahsetmiştik. Özetle anlatacak olursak; birbirini seven iki gencin evlilik süreci, iki 14 Şubat’ın toplamının bir 28 Şubat etmesi durumuna benzetilebilir. Sürecin başından sonuna kadar, aile büyüklerinin oluşturduğu Milli Gelinlik Kurulu (MGK)’nun tavsiyelerine(!) paşa paşa uyulmalıdır. Aksi takdirde, özellikle damat adayımız, MGK etkisiyle üzerine yürüyen “kaynatank”lar ile kendisine bir balans ayarı çekilmesi işlemine maruz kalabilir. Gelin kızın arkadaşları tarafında Bacı Çalışma Grubu (BÇG) da ayrı bir faaliyet yürütür ve düğün hazırlıklarını titizlikle takip eder.
(NOT: Kaynata ve tank kelimelerinin kaynatılmasıyla ortaya çıkan “kaynatank” mefhumunu yazıda kullanabilmek için atılan takladan dolayı, incinmesi muhtemel kayınbabalardan özür dileriz. Bu süreçte en çok yükü çeken ve hiç sesi çıkmadan her şeyi kabul eden cefakâr kahramanlar varsa onlar da genelde kayınbabalardır. Yine muhtemel bir kayın valideler saldırısından korunmak için, validelere mizahî yönü olan bir yazıyı okuduklarını hatırlatır ve kendilerinin anlayışlarına sığınırız.)
Birlikte kurulacak aile hayatının devamı noktasında reel hiçbir katkısı olmayan, tek bir gün/gece için alınan ve bir daha giyilmeyecek kıyafetler, aksesuarlar, süsler, bir dolu masraf yüklü gereksiz âdetler, adım atılan her yere dağıtılan bahşişler ve “her şeyin en iyisini alalım” düşüncesiyle alınan eşyalar, nakit paraların suyunu çekmesiyle tarafları kredi kartlarına yüklenmeye sevk eder. Satıcılar, cihazları uzatırken, şifreyi görmemek için başlarını “çevik bir” hareketle yana çevirir. Bin ay sürecek taksitleriyle bir “POS-modern” darbe gerçekleşmektedir.
Düğün müessesesine gerektiği kadar ehemmiyet veren ve mâlâyânî israfata bulaşmayan nezih insanlarımızı tenzih ederiz, ancak sosyal medyanın yükseliş devri ile birlikte maalesef pek çokları nezdinde düğün işleri yukarıda anlattığımız minvalde işliyor. Düğünlere davetli olarak gidenler de hediye takma derdine düşüyor. Kendi imkanlarının çizdiği sınır ile diğer davetlilerin takacağı hediyelerin rayiç bedeli uyuşu-yorsa ne âlâ!
Diyeceksiniz ki, bayram değil, seyran değil, düğün mevsimi hiç değil. Nereden çıktı şimdi bu mevzu?
Efendim, geçtiğimiz hafta, ülkemizde bankaları denetlemek ve onlarla ilgili mevzuatı düzenlemekle görevli kurulda çalışan bir yöneticinin düğünü olmuş. Düğüne banka ve finans kurumları gibi çevrelerden davetliler iştirak etmiş. Laf aramızda, bazı küçük bankalar davet edilmemiş bile ama davet edilmemiş olanlar açısından bir kayıp değil, zira davetli bankalar düğün öncesi aralarında küçük bir anlaşma yaparak 150 bin ile 350 bin lira arasında değişen hediyeler sunmaya karar vermişler. Hediyelerin maddî değerinin yüksekliğine mi yanalım, denetleyen-denetlenen ilişkisi içerisindeki taraflar arasındaki hediyeleşmenin çarpıklığından ve etik problemlerden mi dert yanalım, bilemedik, tam bir kördüğüm... Demokrasisi gelişmiş ülkelerde benzer bir olay yaşansa mahkemeler devreye girer, soruşturmalar açılır. Bizim memlekette de milletin gözünün önünde cereyen eden bu vakalar iftihar konusu olarak sunulur. Demokrasi geliştikçe eğlence anlayışı düşüyor mu ne?..