Değerli kardeşlerim, Malumunuz olduğu üzere, benim alanım Ego-nomi’dir.
İd’kokul, Ego’okul ve SüperEgo Anadolu Lisesi derken üniversite tahsilimi de Ego-nometri üzerine yaptım. Ego deyince aklınıza benim ismim gelsin, kafanıza takılan soruları da sormaktan çekinmeyin.
Ah, güzel kardeşlerim, neredeeen nerelere geldik! Hiç unutmuyorum, üniversite okuduğum yıllarda, köydeki amcalar ve dayılar sorardı “Okulu bitirince ne olacaksın?” diye. “Ego-nomist olacağım” derdim de amcalar “Len, gominist olmak için mi okuyon sen!” diye çıkışırlardı. O amcalara o zaman söylediğim gibi, şimdi de siz söylüyorum:
“Yüzümüze hakikatleri haykırın. Haykırın ki, hatamızı görüp kendimizi düzeltelim. Bizde kibir, enaniyet, riyakârlık olmaz. Bizde sadece eser, hizmet, çalışmak, mücadele etmek olur, eksik bırakmışsak tamamlama, hata yapmışsak düzeltme olur. Biz kendimize işte bu kadar güveniyoruz.”
Söyledikten sonra hatalarımı bana haykıracak bir ses var mı kulak kabartıyorum ama dönüp dolaşıp bana tekrar gelen kendi sesimden başka bir şey duymuyorum. Eko diyorlar galiba buna. İşin uzmanları ile konuştum “olduğun yerde sabit kalma, bir ‘Tur at’, ‘Kurum’sal bir duruş çıkar karşısına, o sesi duymazsın” dediler. İşe yaramadı, bu Eko, her fırsatta ne yapıp edip yine karşıma çıkıyor!
Ego-Eko derken aklıma ekonomi geldi. Ekonomide de dünyaya kafa tutacak kendi tezlerim var. Tarih, herkesin aksine kendi bildiğini yapıp başarılı olanları yazar. Ekonomide ve siyasette en önemli husus, ortaya eser koyabilmektir. Eserleri ortaya koyarken farklı bir yol izleyip dünyayı şaşırtıyoruz. Şimdi sıkı durun, bu işi yaparken cebimizden tek kuruş da çıkmıyor! Nasıl, güzel, değil mi?
Öncelikle yol, köprü, tünel, havaalanı, hastane, okul gibi devasa yapılar inşa etmeye karar veriyoruz. Kendisini sevdiğimiz bir arkadaşımıza ihalesini veriyoruz. Sevdiğimiz arkadaşların parası yoksa onlara kredi veriyoruz veya dışarıdan borç bulup kendisine kefil oluyoruz. Bu arkadaş işe başlıyor, bitince tesisi 25 yıllığına işletiyor. Zarar etmesin diye de belli bir miktar işletme garantisini kira gibi ödüyoruz. Kullanan vatandaştan ücretini tahsil ediyor, kullanmayan olursa yine parasını alıyor. Hem de öyle Türk Lirası cinsinden değil, Euro ve dolar olarak alıyor. Canım, doların da enflasyonu falan olabiliyor, o yüzden işletmeci müteşebbis kardeşimize ödenecek tutarlar her yıl yeniden belirleniyor.
İşin can alıcı noktası da şu; ihtilaf durumlarını çözmek üzere Londra mahkemeleri hakem olarak tayin ediliyor. Şimdi diyeceksiniz ki Türk’ün Türk’e Türkiye’de yapması için verdiği ihalede neden hakem İngilizler? Fiyatlar neden dövizle belirleniyor? Londra mahkemeleri, ne kadar tarafsız iş yaptığımızı bütün dünya anlasın diye, ödemenin dövizle yapılması da ülkeye yabancı para girmesi için.
Cebimizden para çıkmıyor, hepsi vatandaşın sırtında: Kullandığı kadarını bizzat ödüyor, garanti kısmı da kendisinden alınan vergilerle ödeniyor. Maksat, vatandaş da elini taşın altına koysun biraz sorumluluk öğrensin. Vergiyi tabana yaymış oluyoruz böylelikle. Ta Van’da yaşayan, köprüden hiç geçmeyen, belki de hayatı boyunca dünya gözüyle o köprüyü görmeyecek olan kardeşimiz de işi sahipleniyor “Ta bana kadar yayılmış vergiyi ödüyorum, ülkemi kalkındırıyorum” demiş oluyor. Ülkesine, çevresine faydası dokunan vatandaşın egosu kabarıyor.
Ne dersiniz, hak ettiğim Nobel Ego-nomi ödülünü almamın zamanı gelmedi mi?