Dünyada iyi şeyler de oluyor, her şeye rağmen. Bu ‘iyi şeyler’ bazen kaybedilen eşeğin bulunması şeklinde tecelli edebiliyor, ama olsun, buna da şükür, çünkü bu dünyada kaybolup bir daha bulunmayan eşekler olduğunu biliyoruz.
Amerika’daki seçimleri düşünüyorum tabii. Dediğim anlamda, bu olayın sürecini hatırlarken, ‘George Walker Bush gibi biri başkan seçilir miydi?’ diye sormak mümkün, ‘İkinci kere seçilir miydi?’
diye sormak haydi haydi mümkün.
Gene de seviniyorum: bu kadarı da olmayabilir ya da bu kadarının olması dahi bundan daha fazla zaman alabilirdi. George Walker Bush gibi birinden söz ediyoruz ama konunun bir ucu da Amerika, ‘Amerikalı seçmen’!
Abartmayayım, aslında bekliyordum, bir gün böyle bir sonucun ortaya çıkmasını. Kendine özgü tuhaflıkları, ciddi tuhaflıkları olmasına rağmen, Amerika bu dünyanın belli başlı demokrasilerinden biri. Demokrasilerde, George W. Bush tipi yöneticiler, uzun süre belirleyici olamazlar. Kaldı ki, ABD bu konuda bir anayasal sınırlama (iki kereden fazla seçilememe) getirerek bir çeşit garanti sağlamış. Bush’un ardından gene bir Cumhuriyetçi seçilmiş olsa bile, büyük bir ihtimalle çok farklı yapıda bir Cumhuriyetçi olurdu bu.
Ayrıca, şu ünlü sözü söyleyen de Abraham Lincoln ve dolayısıyla öncelikle ‘Amerikalı davranışı’ denen şeye bakarak yapılmış bir gözlem: “İnsanların bir kısmını her zaman için kandırabilirsiniz” diyor Lincoln, “Bütün insanları bir zaman için kandırabilirsiniz. Ama bütün insanları her zaman için kandıramazsınız.”
Amerikan toplumuyla bizimki arasında bazı benzerlikler vardır. Bunlar en çok ‘yetişkin’ izlenimi vermeyen davranışlarda kendini gösterir: rasyonel olmaktan uzak bir ‘ulusal gurur’ anlayışı, ‘Biz yapıyorsak iyidir’ inadıyla davranmak vb. Bush’un başlattığı Haçlı Seferi Amerika’nın bu tür eğilimlerini hemen dürtüp tetikleyecek nitelikteydi. Buna bir de 11 Eylül’ün getirdiği şoku eklemek gerek. Bunlar bir araya geldiğinde Amerika’nın afur tafuru çok daha uzun sürebilirdi. Onun için, şu seçim sonuçları karşısında çok mutlu oluyorum.
Bu durumda Bush kalan zamanını neler yaparak geçirir, tahmin etmek bana zor geliyor. Çünkü bir yanda inatçı, körü körüne kendine güvenmeyi itiyat haline getirmiş bir kişilik var, bir yanda da nesnel gerçeklik. Sırf bu kişiliğe bakarsak, ‘Amerika’yı şu İran’la savaşa sokayım da öyle gideyim’ demesi bile çok şaşırtıcı sayılmaz. Şimdiye kadar yaptıklarını nasıl yaptı ki ‘Bunu yapamaz’ diyelim? Ama, tabii, ‘Yaptırmazlar’ diyebiliriz.
Şimdi gözümüzü Demokratlar’a çevireceğiz doğal olarak. Şu anda onların ne yapacağı, ne yapabileceği çok net görünmüyor, üstelik öyle bir rezalet devralacaklar ki, bunun içinden çıkmak hiç kimse için kolay değil. ‘Bush’un son günleri’ dediğimiz süreyi belki Demokratlar yeni politika üretmek üzere verimli bir şekilde geçirmeyi başarırlar. Umarım öyle olur. Ama bu da Kerry gibi birileriyle olmaz.
Amerika’nın dünya politikasında Bush ve kliği zamanında adamakıllı kirlenen sicilinin temizlenebilmesi, Demokratların Bush ve Cumhuriyetçi gölgesinden tamamen sıyrılmalarına bağlı.
Radikal, 11.11.2006
|