Mevzu yanlış anlaşılmaya müsait olduğundan, dikkatinizi istirham edeceğim.
İnsanın hareketlerini, sosyal hayat bilimcileri ifrat, tefrit ve vasat olarak belirlerler. Dilimizde “vasat” kelimesi “güzel” yerine, “yeterli” manasında kullanılır. Ayetlerde, hadislerde ve çoğu dilde vasat kelimesi aynı zamanda mükemmel manasında da kullanılır. Çoğu zaman hakikatin düşmanları; ifrat veya tefrit ile hücum ederek doğrunun anlaşılmasını engellemeye çalışırlar. Kötünün taraftarları, muhataplarını zihnî müşevveşiyete atarak istikametin dışına atarlar.
Reklama ihtiyacı olmayan bir malı veya eser için aşırı mübalağa, tenkitçileri gibi gözden düşürür. Demokrasi de böyledir. Her türlü ahlâksızlığı demokrasi adına müdafaa edenlerin, esasında istibdadın tarafında durduklarını çoğu kez anlayamayız. Her meselede ifratın ve tefritin bozguncu olduğunu bilen siyasetçiler, rakiplerini hakikat dışı şeylerle suçlamazlar. Böyle bir hareketin, rakibine kuvvet vereceğini, daha sonra rakibinin yanlışlarını halka anlatmada sıkıntı çekeceklerini bilirler.
Türkiye’de M. Kemal’i tenkit ve hatta aleyhinde konuşmak ile vazifelendirilmiş Kemalistleri görmeseydim, buradaki ifratkâr mübalağanın Kemalizm’e nasıl fayda sağladığını zor anlardım. Sosyal medyada, Kemalistler tarafından uçuk ve uyduruk bilgilerin servis edilmesi de bundandır. Savunduğu şeyin faydasına bir muhalefet oluşturmak, yalnızca bazı ideolojilerde ve küresel hareketlerde görülmez. 12 Eylül’den sonraki siyaset dizaynını incelediğinizde; ANAP zamanında hatta günümüz AKP döneminde, parti propaganda bölümlerince hazırlanmış çok müfritane tenkitlerin, yanlış haberlerin ve partililerin reklamını kolaylaştıran bilginin medyada dolaşımda olduğunu görürsünüz.
Neoliberal ihtilâlcilerin Türkiye ekonomi şefi Özal’ın Boğaziçi Köprüsü’nü sattığı günleri hatırlayanlar bilir. Merhum Demirel, “satamazsın” demişti. Özal ise, “Satarım hem de bal gibi” demişti. Milletimiz; Özal’ın ülkeye para kazandırdığı ve cesur adam olduğu propagandalarına aldandığını yeni yeni anlıyor. Zira Özal’ın açtığı yoldan AKP’nin, Türkiye’nin emvalini haraç mezat küreselcilere aktardığını, henüz tam göremiyoruz. AKP’nin ANAP’tan daha usta olduğunu kabul etmek lâzım. Çünkü bunlar, Özal gibi mevcut milletin mevcut sermayesini değil, geleceklerini ve ümitlerini satıyorlar. Ve hakikaten millet bu iğfali tamamıyla anlayabilmiş değil. Özal çok mu cesurdu? Hayır, Küresel sosyal Marksistlerin Asya temsilcisiydi. Peki, yirmi üç senedir AKP kendi gücüyle ve başarısıyla mı ülkeyi idare ediyor? Hayır, arkasını dayadığı Neocon-Neoliberal ittifakının desteğiyle… Bütün müesseseleri ve mahiyeti tahrip edilerek sandığa indirgenmiş demokrasinin haline bakmadan kürsülerde; “...Şu kadar seçimdir kaybediyorsunuz… Bay Kemal sen yenilmeye doymuyorsun… Sizin gibi muhalefet, bize Allah’ın lütfu…”, “Yenikapı ruhu…” gibi sloganlar size neyi tedai ettiriyor. Hakikaten milletin bu iktidarı istediğini mi? Hayır. Milletimizin bu iktidarın arkasındaki güçlerden korktuğunu mu? Hayır. Halkımızın basiretsizliğini mi? Hayır. Vatandaşımızın dinî ve milli değerlerini menfaati için tezgâha çıkardığını mı? Hayır.
Bu millet, kendisini kırk küsur senedir istibdadın mengenesine sıkıştıran hakikî demokrasi düşmanlarını tanıyamadı… Dünyanın önemli sermayesini arkasına alarak; Latin Amerika’dan sonra bize müdahale eden küresel modern komünizmi veya Neoliberalizmin mahiyetini bilemediğinden, içine düştüğü labirentlerdeki sun’î düşmanlarıyla boğuşup duruyor. Düşman bir zamanlar ANAP idi. Sonra Militan Kemalizm ve akabinde de AKP… Şahıslarla ve mahallî yapay siyasî kuruluşlarla neticesiz kavgalara girişti. Onlar ise; küresel medya, küresel bilişim, küresel sağlık, küresel sermaye, küresel reklam şirketleri ve küresel ortaklarıyla; kedinin fare ile oynadığı gibi oynayıp duruyorlar. Yalnızca demokrasiyi tahrip etmediler; 12 Eylül Anayasası’yla önce partileri, daha sonra sistemleştirdikleri rüşvet çarkıyla da siyasetçileri tahrip ettiler. Küreselciler, siyasetçilerimizi, milletin sermayesini tasfiye memurları olarak gördüler. Özal ile başlayan sosyal Marksizm düzeninin aynen devam etmekte olduğunu söyleyen kaç muhalif siyasetçi biliyoruz ki… Özal zamanlarında, “Turgut Nereye Koşuyor” kitabı yüzbinlerce dağıtılmıştı. Millet karşıtı kalem yazınca, halk muhafazakârlığı oynayan Turgut’a sahip çıktı. Aynısını bugün yapıyorlar. Muhalefet, “Reis”in müteharrik-i bizzat olduğunu varsayarak, AKP yönetimini tenkit ile nereye vardı…
Demirel’in ülkeyi yetmiş sente muhtaç ettiğini iddia edenlerin, rahatça idareleri için kullandıkları fonları vatandaş bilir de, muhalefet bilmez. Çünkü oradan gelecek para ile dümenlerini çevirecekler vardır.
Biz iyi niyetimizi koruyalım. Muhalefet, dersine çalışmıyor. Cehaletini ve beceriksizliğini, “iktidar olmaya hazır değilim”, havasıyla yansıtıyor. Türk milletinin, demokrasimizin ve insanlığımızın dehşetli düşmanlarından korktuklarından, susmayı tercih ediyorlar. Konuşanın kafasına, 12 Eylül’ün hediye ettiği sopa ile vuruyorlar.
AKP’ye hayat veren, can simidi olan ve kader birliği yapmış Neoliberalleri bildikleri hâlde, mahiyetlerini milletten saklayan muhalefetin iktidardan farkını sorgulamaya devam edeceğiz…