Bu hassas meselenin üzerinde, daha önce durmuştuk. Başlığımız, siyasete yakın cemaatlerimize hak verdiğimiz anlamına gelmemeli. Belki de birkaç yazı ile devam edeceğimiz bu hususa, küllî bir sebep ile girmek istiyoruz.
Umumun malı olan din-diyanet ile ilgilenen, yapı olarak cemiyet yerine cemaati tercih eden, devletin murakabesine karşı şeffaf olacağına söz veren, niyet ve programlarında menfaat, ırkçılık, sınıf ve siyaset asla olmayan cemaatlerden bahsediyoruz. Demokratikleşemeyen devletimizde bu hassas meselenin, adaletli bir şekilde tahlilinin kolay olmadığını da söyleyelim. Zira devlet, cemaatlere gereken hürriyeti ve sistem içindeki doğru yeri gösteremediğinden, bir çok cemaatin mahallî dernek çatıları altındaki iğreti iskânlarını da biliyoruz.
Binlerce işini ve yükünü, bin seneden beri cemaatlere havale ile gelen devlet geleneğimizin Kemalizm’e tutsak edilmesi, millet adına kanun koyucuların ellerini bağlayınca, zavallı cemaatler de iktidarların müsaadeleri nisbetinde sun’î formatlarla hizmet etmeye gayret ediyorlar.
Konuştuğumuzda vakıf medeniyetinden bahsederiz. Ganj’dan Atlas Okyanusuna; bırakalım insanları, tabiattaki canavarları evsiz ve aşsız bırakmayan bir medeniyeti konuşuruz. Çin ü Maçin’den Rabat’a barış, emniyet ve medeniyet içinde seyahat etmiş Doğulu/Batılı tarihçilerin seyahatnameleri, bu gerçeği dünya kamuoyuna takdim ediyor. Fakat biz; günümüzün demokratikleşememiş ve bin senelik geçmişinden korkulduğundan gözetime tâbi tutulan dinî cemaatlerimizin devlet siyasetlerinden nasıl uzak duracaklarını ve idarelere karşı şeffaf olmalarının nasıl olacağını konuşacağız.
Aslında bu meseleyi, Kemalizm adına demokrasimizi perişan, milletimizi dilenci, çocuklarımızı Avrupa’ya karşı kompleksli ve halkımızın birlik-beraberliğinden cemiyeti nifakla idareye kalkışanların; itimad ettikleri ilim adamlarının huzurunda tartışmamız gerekiyor. Gel gör ki; Kemalizm adına tarihçilik, Kemalizm adına sağlıkçılık, Kemalizm adına okulculuk, Kemalizm adına teknolojicilik, Kemalizm adına tarımcılık ve kültürcülük yapan ve bu yüce vazifelerinden dolayı fukara milletin sermayesinden yüksek maaşlar alan hocaların istişare edecekleri meseleyi biz konuşuyoruz.
Kökleri Ortaasya, Hicaz ve Kuzey Afrika’ya kadar uzamış dinî cemaatleri kavanozlara koyup vitrinlemek isteyen 12 Eylülcü hükümetlerin kırk senelik günahını yalnızca AKP’ye vermememiz gerekiyor. Özal ile kendilerine tepsi içinde televizyon, gazete, hastahane, okul, dergâh, dershane, külliye ve nihayet üniversite verilen cemaatlerin 12 Eylül protokollerine bağlı olarak bir yere kadar yürüdüklerini unutursak, elbette adaletli davranmamış oluruz. 12 Eylül ihtilâlinin Kemalizm adına millete takdim edildiğini unutmuşçasına, ülkenin her tarafını M. Kemal isim ve heykelleriyle donattıklarını tarihten gizlercesine ve ihtilâl ile birlikte cemaatlerin temsilcilerini zindanlardaki ikna odalarında manevî işkencelere tâbi tutmalarını unutmuşçasına; günümüze gelip laiklik veya ilkeler adına dinî cemaatler aleyhinde konuşanların ne kadar bedbaht olduğunu, perdeyi azıcık araladığınızda dehşetlice görüyorsunuz. Yukarda zikrettiğimiz rüşvetleri, küresel neoliberallere biat etmiş cemaatlerdeki fertlere, Özal ve sonrasındaki hükümetler verdiklerinde, günümüzde Kemalist ilke ve inkılâplar adına dinî cemaatlere saldıranlar neredeydiler?
Demokrasi ve insanlık karşıtı olan Kemalistlerin, global sosyal Marksistlerin emrine girdikleri 12 Eylül sürecinde; hem hırsız ve hem de bekçi rolünü bir elde tutanların dinî cemaatlere söyleyeceği ne olabilir ki… Hürriyeti, hukuku, sosyal devleti, temel ahlâkı, dini tedai ettiren kültür unsurlarını ve adaleti bu devletten kaldırdıktan sonra, elbette dinî cemaatlere hiçbir alan kalmayacaktır. Hafıza ve muhakemesini kaybetmiş Bülent Ecevit’in; ikibin yılının başında, dinî cemaatlerin hizmetlerinden şikâyetçi olanlara satır aralarına düşmüş bir beyanatı vardı, “Korkmayınız, bütün dinî cemaatleri kontrol altına almış bulunmaktayız.” Korkunç bir şey… Peki, bu durum AKP iktidarında değişti mi? Asla… 12 Eylül’ün patronlarına verdikleri söze sadık kalanlar, kendilerine gösterilen alanların dışına çıkmayanlar ve Tayyip Bey’i destekleyenlere cennetî bir hayat bahşedilmişti… Biat etmeyenler, gösterilen sahanın dışına çıkanlar veya küresel Marksizmi keşfettiklerinden onları deşifreye kalkışanlar cehenneme atılacaklardı.
Dinî cemaatlerin manen sordukları sorular var… Türkiye Cumhuriyeti milleti ve tarihi itibariyle bir İslâm ülkesi mi… Bu milletin anayasasında, bin senelik dinî cemaatlere bir tanım getirilip bir yer verilmemişse, bilmecburiye siyasîlere dönülmeyecek mi? Ecdadın vakfiyelerini helâl olmayan ve maksatlarının zıddına kullanan devletin şu sû-i istimaline biz vârisi olan evlâtları, hep kafa mı sallayacağız?
Allah’a inanmadıkları ve semavî dinlerin getirdiği temel ahlâkî prensipleri kabul etmedikleri ve insanlığın temel değerleriyle çatışma içine girenlerin dinî cemaatlerin meselelerini konuşmaları; en azından bir haysiyetsizlik sayılır, değil mi?