Dilimizde çok sık kullanmasak da dinî terimlerden biri olan sedd-i zerâi, İslâm toplumunu yakından ilgilendiren, her fiil ve olayı Kur’ân ve sünnet perspektifi ile değerlendiren bir konudur.
Harama götüren, kötülüğe yol açan, ifsâdı netice veren her vasıtayı ortadan kaldırmak, sebep olan mubahları dâhi terk etmek demektir. Zararın yolunu tıkamak, her türlü şerrin önüne set çekmek anlamına da gelmektedir.
“Def’i mefâsid, celb- i menafiden evlâdır.” kâidesince İslâm hukuku bu sistemi Kur’ân ve sünnet uygulamaları üzere işlemiştir. Zira İslâm’ın bir şeyi kötü ve zararlı görüp yasaklaması yanında, ona götüren, ona vasıta olan fiilleri de men etmesi iktiza eder.
Buna Kur’ân’da bir çok delil bulunmaktadır. Bunlardan birisi İsra Sûresi 35. ayetteki, “Zinaya yaklaşmayın” emr-i İlâhisidir. Bunun yanında hâdiste geçen şu uyarı vardır: “Yabancı kadınla halvette kalmayın”. Her iki uyarı da kişiyi zinaya götüren durumlar yasaklanmıştır.
Bu İslâmın zararı önlemek için aldığı İlâhî bir usûl ve tedbirdir. Bu gün hayatımızda haramların çoğalması, günahların normal görülmesi altında bu mefâside giden yolların açık olması, kötülüğe karşı hiçbir set çekilmemesi ve herhangi bir tedbir alınmaması yatmaktadır. Zira bütün kültür alanları ifsât edilmiş, milletin bütün değerleri talan edilmiş iken. İşte bundan dolayı fesâda götürecek ve çirkin ve kötü olaya sebebiyet verecek, buna vasıta olabilecek bütün yollar ve kanallar tıkanması gerekir ki toplum ve ferdî hayatımızda ifsât olmasın.
Temiz toplum, temiz fert, temiz aile için olmazsa olmaz bir frenleme olarak, bu kaide her Müslümana da sorumluluk yükler. Kendi şahsî hayatımızda münkere kapıları kapadığımız gibi, hayrın kapısını açarak mârufu emrederek etrafımızdaki herkese de bu vazifeyi yapabiliriz. Mefâside düşmemek ve münkere karşı durabilmek Üstad Hazretleri şöyle ikazda bulunuyor: “Madem öyledir, hazer et, dikkatle bas, batmaktan kork, bir lokma, bir kelime, bir dane, bir lem’a, bir işarette, bir öpmekle batma.” (Mesnevî-i Nuriye, Zühre 14. Nota 3. Remiz)
Bir insanın batmaktan evvel nasıl korunması gerektiğini, boğulmaktan önce nasıl dikkat etmesi gerektiğini belirterek kendi şahsî plânda sedd-i zerâiyi ikame etmesini vurguluyor. Bunu imanı temellendirerek, Allah’a olan yakınlığını kuvvetlendirerek, şuurlu bir hareket üzere salık veriyor.
Elbette bir Müslüman için ferdî hayatında uyguladığı sedd-i zerai yeterli değil, kurtuluş yolu; en küçük daireden, en büyük daireye kadar tahakkuk edecek olan sedd-i zerâi ameliyesidir. Bu ameliyede herkesin görevi ilmine, konumuna ve makamına göre ayrı ayrıdır. Bir âlimin bu noktadaki misyonu ile bir çobanın durumu aynı olmadığı gibi bir devlet yetkilisi ile sıradan vatandaşın görevi aynı değildir.
Ancak hakka gönül vermiş hakikat yolcuları hayrın kapısını açmak, şerrin kapısını kapamak hedefinde olduklarından onlar için her yer ve zeminde bu vazife başları üstünde yer alır.
Günümüzde sayısız fenalıkların, şirretliklerin, fuhşiyatın önünü almak, ancak bütün fertlerin el ele çalışması ile birlikte bütün cemaatlerin el ele birbirine omuz vererek çalışması ve devlet ricalini dahî bu konuda harekete geçirmesi ile mümkündür. Nasıl olsun ki bütün dehşetiyle fahşâ, münker, tuğyan sel gibi gelmektedir. Bu selin karşısında evlâtlar, gençler, bir nesil başsız sürükleniyor. İnsanlığı boğmak üzere gelmekte olan bu tufana karşı sefine-i Muhammediye gemisi inşa etmek zorundayız. Bu geminin hâdimleri Allah’ın bütün insanlara indirdiği huzur, selâmet, güven ve barış ortamının teminatçısı olarak sedd-i zerâi görevine devam ederler. Ahlâkın, erdemin, faziletin civanmert temsilcileri dün olduğu gibi bu gün de bütün şerlere karşı Allah’ın hududunu koruyacaklar ve bu yolda bütün gayretlerini ortaya koyacaklardır. Sêlam ve duâ ile.