Silivri Kapalı Ceza İnfaz Kurumu’nun tiyatro sahnesinde tanıştığımız, ekranların sevilen oyuncusu Turgay Tanülkü, “Din elimizdeki en büyük güç. Barışa bununla ulaşacağımıza inanıyorum. Barış bir gün kardelen çiçeği gibi filizlenecek” dedi.
Hayatınızın en verimli zamanlarını, gençlik yıllarınızı hapishanede geçirdiniz, çok ağır işkenceler gördünüz ve yıllar sonra suçsuz olduğunuz anlaşıldı, dışarı çıktınız. Küsmediniz mi, öfkelenmediniz mi?
1970’li yıllarda işkenceler sadece cezaevinde yapılmıyordu. Ondan önce tutuklanmada, gözaltında da sağ sol ayrımı denmeden herkese farklı işkenceler yapılıyordu. Tek tip elbise giydirilme baskıları yapılıyordu meselâ, psikolojik olarak çökertme, bezdirme işkenceleri... Bizim derdimiz yönetimle değildi, yasalarla ilgiliydi. Yasalara küssek ne olur küsmezsek ne olur?
İNANIYORUM
Ülkenin ve dünyanın içinde bulunduğu durum malûmunuz. Coğrafyamızdan kan akıyor. Durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Dünya barışı yakalarsa düşünce ve inancım diyor ki, bütün acılarımız sona erer. Hapiste yatarken ve dışarda hep düşündüm, inandım. Bir gün barış bir kardelen çiçeği gibi filizlenecektir. Buna inanıyorum.
Birçok insanın kötü gözle baktığı sokak çocuklarına, madde bağımlısı çocuklara ve hükümlü çocuklarına kucak açıyorsunuz, onlara babalık ediyorsunuz. Bir evlâdınızın savcı olduğunu biliyoruz. Bir diğer evlâdınız da üniversiteyi bitirdi ve şimdi sizinle aynı tiyatro sahnesinde ve çok başarılı... Neler hissediyorsunuz?
Bildiğiniz üzere bir çok evlâtlar var. Hiç birisi ötekileştirilmeden büyütüldü. Herkes tuttuğu takımı seçmekte özgürdür, hepsinin kendi tercihleri var. Onları bazı şeyleri dayatmadan, zorlamadan büyüttüm. Ama hepimiz bir çatı altında toplandığımızda koskocaman bir aile oluyoruz. Eşim ve ben çocuklarımızla gurur duyuyoruz. İşkencelerden dolayı kendi çocuğumuz olmadı. Ama bize yaradan 23 tane evlât verdi. Ve minnetim Yaradan’a ve bu ülke insanınadır. Yanımda aynı sahnede rol aldığımız Resul, küçüklüğünden itibaren kendi kavgasını yaptı. Su sattı, işportacılık yaptı. Ama hep dik durdu. Afyon Kocatepe Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Sinema ve Televizyon bölümünü bitirdi. Ülkemin barış ve sevda dolu filmlerini çekeceğine inanıyorum. Evlâtlarımın ve ülkemin çocuklarının yolları açık olsun.
PİKEYİ ÜZERİME ÇEKİP ÇOK AĞLADIM
Cezaevindeyken okulunuza devam ettiğinizi ve konservatuvarı tamamladığınızı biliyoruz. Nasıl gelişti bu durum? Şimdi cezaevinde olup da kendini geliştirmek isteyen, temizlenmek isteyenlere tavsiyeleriniz neler olur?
O dönemler Yargıtay ve Danıştay, öğrenci yanlısı olarak gereken kararları hemen çıkartıyordu. Ben gardiyan eşliğinde okula gidiyordum. Gardiyan bahçe kapısında bırakırdı. Gardiyanlar okuldakilerin benim nerden geldiğimi bilmemeleri için çok gayret ederdi. Çünkü sınıf arkadaşlarımın cezaevinde kaldığımı bilmemesi daha doğruydu. Cezaevi idaresi ve başsavcılık okula giden öğrencilere karşı çok hassas davranırdı. O zamanlar herkes birbirlerini ajan gibi görürdü okulda. Fark ettikleri zaman diğer insanların bizi dışlaması çok olağandı. Ara tahliyede okulda yatıp kalkıyordum. Pikeyi üzerime çekip tek başıma ağladığım günler çok olmuştur. Ben bu yaşadıklarımı göz önünde bulundurduğumda özellikle hapishanede yatan gençlerin sosyal aktivitelere katılmasını çok önemsiyorum. Çünkü kişi önce kendisi ile barışmalı. Eğer birey bu tür sosyal etkinliklere katılmazsa kendisine olan saygısı bitmekte ve bir başkasının hakimiyetine geçmekte. Bu da bireyi yalnızlığa ve tükenmeye götürür.
BEDİÜZZAMAN GERÇEK BİR AYDIN
Hayatı cezaevleri, sürgünler, zehirlenmeler, ev hapisleri, taciz ve hakaretlerle geçen bir âlim Bediüzzaman. Cezaevlerinde kaldığı zamanlarda hapishaneyi bir medreseye çevirerek asayişin muhafaza edilmesine vesile olmuştur. Hatta kendisinin de ifade ettiği gibi, cezaevlerinde çok büyük suçlardan kalan insanlar Risale-i Nur dersleri sayesinde bir tahtakurusunu dahi incitemeyecek hassasiyete sahip olmuş. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Aydın sözcüğünü farklı kullanan bir ülkedeyiz biz. İşte gerçek aydınlık bu. Peygamberimiz de bunu emir buyurur, âlimler de. Böyle yaklaşımların doğru olduğuna inanıyorum. Siyasî yapılaşmayı görmeden, bu ülkenin fertleri olduğu için, bu tip insanları ben zaten her zaman saygıyla anarım. Meselâ din adamlarımız var cezaevlerinde. Onlar da her hafta mahkûmlarla toplanıp konuşur. Ve hakikaten kendini bu vesileyle toplayan birçok mahkûm gördük. Bizim sosyal proje dediğimiz tiyatro da direkt insanın ruhuyla ilgilenir. İnsanî ruhu yakalayamazsan zaten bu mesleği yapamazsın. Aydın din adamları da bu. Artı zulmü gören kişiler zulüm görenleri daha iyi anlar. Dolayısıyla Bediüzzaman’ın kavgalarını, içeride ve dışarıda uğraşlarını okudum. Çok saygı duyuyorum. Ben yapı olarak hep her iki kültürde büyüdüm. Ailemizin bir kısmı Alevî gruptu, bir kısmı Sünnî gruptu. Ama biz diyorduk ki, ortak bir nokta var.
Üstad Hazretleri’nin de dediği gibi; “Peygamberiniz bir, dininiz bir, kıbleniz bir bir bir yüze kadar bir, bir. Sonra köyünüz bir, devletiniz bir, memleketiniz bir, ona kadar bir, bir...”
Evet. Onun için kabullenirim herkesi. Din konusunda hakaret boyutuna gelmedilerse gülümserim. Ama hakaret noktasına getirenlere karşı da dik durmayı bilirim. Kendi kendime şükrederim ben. Şükür namazı kılarım, kimseye de göstermem bunu. Çocuklarımın bazıları yakaladı beni, sordular “Baba ne yapıyorsun bu saatte?” diye. Bunu ben kendimce cezaevindeyken de yapıyordum. Herkesin bir dünya görüşü vardır ve inancı vardır. Dünya görüşü inancına ters düşemez. İnanırsın ve dünyayı görürsün. En büyük düstur benim için: “Kul hakkıyla Allah’ın karşına çıkmamak.”
SİZLERİN VERGİSİ BENİM KURSAĞIMDAN GEÇTİ
Siz de herkesle helâlleştiniz... Oyunlarınızın sonunda sahneye çıkıp helâllik istediğinize şahit olmuştum.
Helâlleşiyorum. Ve karşımdakinin suçunu bile sormuyorum. Suçunu öğrensem belki helâlleşemem. Ama hayır, ben onları Yaradandan ötürü çıplak görüyorum. Amelleri neyse hepsi kendilerine ait diyorum ve hepsiyle helâlleşiyorum. Çünkü ben sizlerin ailelerini tanımam, ama onların vergileri benim ve çocuklarımızın kursağından geçti. O yüzden ben hakikaten ülkemin insanını seviyorum. Ama benim değer yargılarıma saldırmamaları gerekiyor. Meslekte de böyleyim ben.
EVDE BÜTÜNLÜK OLMAZSA, SOKAKTA DA BÜTÜNLÜK OLMAZ
Size teklif edilen rolleri oynarken de dikkat ediyorsunuz bu duruma değil mi? Bunu hissedebiliyoruz oyunculuğunuzda...
Yabancılarla çalıştığım oluyor. O zaman diyorum ki, bana gelen rol ne ülkeme ne dinime küfretmeyecek. Ben neye hizmet ediyorum buna bakarım. Ona göre de karar veririm. Bazı grupların filmlerinde de oynadım. Öbür taraf dedi ki, “Neden oynadın?” iyi de kardeşim ben alkoliği de oynadım, imamı oynadığımda farklı mı oluyorsun yani? Alkoliği oynadığım için mi alkış tutuyorsun sen bana? O zaman öbür tarafta bağımsız bir din adamını, Müslümanlığı kendine düstur edinmiş adamı da rahatlıkla oynarım. Oynamak için de güvendiğim bir din adamına bunu sorarım. Derim, “Ben böyle bir rol oynayacağım, namaz kılacağım.” Dindeki yerini, hassasiyetlerini dikkatlice öğrenirim. Onun için konuşmamız hep onun üzerinde gibi olsa da önce dinin emrettiklerini yapıyorum ben. Temizlik, intizam, topluma, komşuna ahlâkî bakış... Ülkede bazı şeyler yitirilmeye başlandı. Bu beni rahatsız ediyor. Bizim zamanımızda yetişme olgusunda, komşu ve mahalle olgusu vardı. Herkes kendi evinde bir bütündü. Tabaklarımız ayrı değildi. Tek kaptan çorba içerdin. Tek ağız tadıyla yerdin, paylaşırdın. Ne zaman tabaklar masada ayrılmaya başladı, sen tuzlu yedin ben tuzsuz yedim, senin odan, benim odam, senin telefonun, benim televizyonum demeye başladık, toplum birbirinden kopmaya başladı. Ortak dil aile içinde konuşulmadığı zaman, sokakta da aynı dil konuşulmaz. Evde bütünlük yoksa sokakta hiç bütünlük olmaz. Bizi birleştiren şey bu yüzden inançtır. İnancı kimse suistimal etmemeli. Alevi kültürünü de çok iyi biliyorum, Sünnî kültürünü de çok iyi biliyorum. Birinden aldığımla diğerinden aldığım güzeldir. Tarhana çorbası, aşure gibi... Her şey vardır içinde, ama ortak bir tat vardır. Bu ortak tat ülkemin her köşesinde, köyünde, kentinde, kasabasında ortak dili kurduğun an tat aynıdır. Ben ona bakarım, “Ahmet bana böyle dedi, ben öyle düşündüm” yok. Düşüneceğim ve yapacağım işlerde hep kendimce bir arındırma getiririm. Konya’ya gideriz misal turnelere, Mevlânâ’ya gider kapılar kilitleninceye kadar kalırım. Kendimce arınırım. Çünkü ben dünyanın en düzgün, en namuslu adamı değilim. Benim de bir sürü hatam vardır, egolarım vardır, insanları kırabilirim... İşte orada da kendimce özür dilerim, bağışlanmak isterim. Irk konusunda da çocuklarıma inanç sisteminde herşeyi gösteririm. Bazen ırk anlamında sorarlar “ Baba biz neyiz?” diye. “Sen, sensin.” derim.
SAHNEYE DUA ETMEDEN ÇIKMAYIZ
18 yaşında girdiğiniz cezaevinden 26 yaşında başka biri olarak çıkmıştınız. Ve geri döneceğim buraya dediniz, ama “başka biri olarak” nasıl başladı bu serüven?
Bugünkü oyunumda da bahsettim. Buranın havası yok, güneşi yok, kapalı bir ortam. İçerdeki insan için hayat dikdörtgen. Çünkü bir havalandırmadan gördüğü sınırlı şey o hayat. Şimdi sen bir şeyler yapmak istiyorsan bu topluma, sınırları kaldırarak yapman lâzım. Sınır koyduğun zaman ötekileştiriyorsun demektir. Kendinden uzaklaştırırsın onu. Adam tutuklanıyor ki, bir sebepten dolayı. Ailesine deniyor ki, şu kadar parayı verirsen kocanı kurtarırım. O kadın o parayı nereden bulacak? Adamın yaptığı eylemi bu sefer kadın yapıyor. Adam çıkıyor kadın giriyor. Bu çarkların birileri tarafından durdurulması lâzım. Suçlunun avukatını devlet veriyor şimdi. Ama bunlar ciddî şekilde kontrol edilmeli, denetlenmeli. Yani ülkemizde herkes birbirinden bir şey bekliyor. Hayır, biz bir şeyler yapalım. Benim projemde gönüllüler profesyonel olmadan yapamaz. Misal siz bugün içeri rahat girdiniz. Biz? Bizim girişimizi çekseydiniz “Aa pardon.” derdiniz. Biz ayakkabıya kadar her şeyimizi çıkarırız. Ötmemesini sağlarız. İdareden rahat geçmeye bakarız. Çünkü senin girdiğin yerde Ağustos’ta kar yağsa senden bilirler. Çünkü dışardan gelen sensin. Mesele bu kadar basit. Kurallara uyacaksın. Uyarken de o insanları yok etmeyeceksin. Onların da birey olduğunu, onun da Yaradandan olduğunu bileceksin. Kendi kendimizi toparlamamız gerekiyor. Ancak böyle düze çıkacağımıza inanıyoruz. Ve gönüllük esasıyla yapıyoruz. Evlâtlarımla bir duâ etmeden çıkmayız sahneye. Çünkü sahne bambaşka bir dünyadır. Dilin dolanır, kaşın kalkar her şey bir anda biter. Öyle bir şey ki, ağzından çıkan net. Sinema değil ki, al bir daha montaj yap. Ağzından çıkıyor ve gidiyor. (başkası) Bizim hocamız der ki, senin sahnede heyecanlanman senin muhatabına verdiğin önemi gösterir. Dolayısıyla her sanatçının her sahnesinde heyecanlanması gerekiyor.
Biz avantajlıyız, bize burada Allah razı olsun diyorlar.
TAŞIN ALTINA ELİMİZİ KOYDUK
Gençliğinin en verimli yıllarını hapishanede geçiren Turgay Tanülkü küsmeden, öfkelenmeden ülkesine ve ülkesinin evlâtlarına kucak açıyor. Suçsuz olduğu anlaşılınca hapishaneden çıkan Tanülkü, “Bir gün buraya geri döneceğim, ama başka birisi olarak” demiş ve dediğini de yapmış. Bizlere barışı ve sevgiyi cezaevlerinin tiyatro sahnesinden anlatan Tanülkü, “Herkes başkasından bir şeyler bekliyor. Biz buradayız dedik ve taşın altına elimizi koyduk” dedi.
Röportaj: N. Nur ENER / İstanbul