2013’de bir suikast sonucu şehit edilen Suriyeli tanınmış âlim Prof. Dr. Said Ramazan el-Butî, 2011’de Yeni Asya'nın sorularını cevaplarken, Bediüzzaman Said Nursî'nin ilmî yönünün yanı sıra, davetteki metodunun ve devlet karşısındaki duruşunun da çok önemli olduğunu söylemişti.
TAKDİM
Bu röportaj 2011'de yapılmış ve 4 Şubat 2011 tarihinde Yeni Asya'da yayınlanmıştı. Suriye'deki son hadiseler üzerine önemli gördüğümüz bu sohbeti
M. Said Ramazan El-Butî'ye rahmet olması duasıyla yeniden yayınlıyoruz.
Suriyeli tanınmış âlim Prof. Dr. Said Ramazan el-Butî Yeni Asya'nın sorularını cevaplarken, Bediüzzaman Said Nursî'nin ilmî yönünün yanı sıra, davetteki metodunun ve devlet karşısındaki duruşunun da çok önemli olduğunu söyledi. Butî, “Üstad hiçbir şekilde silâhla mücadele etmiyor, asayişi ihlâl etmiyor, siyasete girmiyor ve kendi davasını kendi üslûbuyla anlatmakla beraber, düşüncelerinde son derece kararlı, hiçbir şekilde onlardan taviz vermiyor” şeklinde konuştu.
SON DERECE AKILLI BİR STRATEJİ
Bediüzzaman'ın yaptığı mahkeme müdafaalarında davasını savunurken M. Kemal'e karşı da son derece akıllı bir strateji yürüttüğünü, ama bunun yeterince bilinmediğini vurgulayan Butî, “Arap ve İslâm dünyası, o müdafaalarda da ifadesini bulan şekliyle, bir örnek olarak Üstadın bu duruşuna, bu tarzına muhtaçtır” ifadelerini kullandı.
Aranan denge Said Nursî’de
“Davetçi insanlar arasında silâha sarılmadan, şiddet kullanmadan dava yürüten bir insan yok. Kendileri ile devlet ve siyaset arasındaki dengeyi kuramıyorlar. Ya siyasete girip kendilerini kaybediyorlar. Ya bir şekilde silâha sarılıyorlar. İki taraftan biri zarar görüyor. Ya çatışacak, ya da siyasete girip onlar gibi olacak; o zaman da irşad vazifesi yok olacak tabiî. Demek onlar bir örneğe muhtaçtır. Örnek de Üstad Bediüzzaman’ın metodudur.”
Prof. Dr. Muhammed Said Ramazan El-ButÎ: Arap ve İslâm dünyası BEDİÜZZAMAN’ın metoduna muhtaç
Geçen sene Ekim ayıydı.
Yeni Ümit Dergisi’nin düzenlediği “Peygamber Yolu” isimli sempozyuma katılmıştık.
Birkaç gün süren sempozyuma İslâm dünyasından çok sayıda âlim de konuşmacı olarak katılmıştı.
Pek çoğundan istifadeye medar notlar almıştık. Ama özellikle dikkatle takip etmeye çalıştığımız isim, Suriye’de uzun yıllardır Üstad Bediüzzaman ve Risâle-i Nur’la alâkadar olmuş olan, tanınmış âlim Muhammed Said Ramazan El-Buti idi.
O gün El-Buti’nin konuşmasını dinlemekle kalmamış, kendisiyle bir de sohbet gerçekleştirmiştik.
Anadili Kürtçe olmakla beraber az çok Türkçe de konuşabilen El-Butî, kendisine Üstad’ı ve Risâle-i Nur’u sorduğumuzda bu hususla ilgili anlatacaklarını—duygu ve düşünlerini daha rahat ifade edebilmek ve yanlış anlaşılmamak adına—Arapça ifade etmek istediğini belirtmişti.
Asistanı olan tercüman arkadaş vasıtasıyla kendisine şu soruları yönelttik:
Bediüzzaman’ı nasıl tanıyor, onu nasıl tarif ediyorsunuz?
Üstad Hazretlerinin sadece ilmî yönü değil—elbette ilmî yönü ağır basmaktadır ve derindir,—bir de ‘davette (İslâmı tebliğde) devrim’ yönü vardır.
Burada devrimci yönünden kastım, maddî çatışma ya da terörizm değil, değişik fikir akımlarına karşı başlatmış olduğu yeni bir fikir akımıdır. Bu fikir akımı, nâdir olan bir akımdır. Tabiî burada devletle ilişkisinin büyük bir önemi var. Devlet karşısındaki duruşu çok önemli.
Nedir bu duruş?
Hiçbir şekilde silâhla mücadele etmiyor, asayişi ihlâl etmiyor, siyasete girmiyor ve kendi davasını kendi üslûbuyla anlatmakla beraber düşüncelerinde son derece kararlı, hiçbir şekilde taviz vermiyor. Tabiî yapmış olduğu bu girişimler, yükselmesinde önemli bir dönüm noktası oluyor. Yani davasının yükselmesinde önemli bir merhale kaydediyor.
Özellikle Afyon Mahkemesi’nde ve daha önceki mahkemelerde yapmış olduğu savunmalar o kadar kararlıydı ki, sadece Arap toplumu için değil, bütün dünya için bir örnek oluşturuyor. Ben bu yönüyle Üstad’ı tanıyorum. Davasında sadık, asayişi ihlâl etmeyen... Bu şekliyle kendi davasından hiçbir şekilde taviz vermeyen bir insandı.
Ben 1960 yılında Üstad’ın hayatını kısa bir şekilde yazdım. Onu Arap dünyasına ilk olarak yansıtan insanım. İnsanlar o zamanlar çok şaşırdılar. Çünkü yazmış olduğumuz, onun hayatıyla ilgili vermiş olduğumuz örnekler, onun ilmî yönünden ziyade davasına olan sadakati ve bağlılığıydı. Yapmış olduğu mahkeme müdafaalarında kendi davasını savunarak, Mustafa Kemal’e karşı da son derece akıllı bir strateji yürütüyordu. Özellikle bizim Türk kardeşlerimiz Üstad’ın hayatını zikrederken hep kendisinin ilmî yönünü zikrettiler bize. Ama özellikle onun devlet karşısındaki bu stratejik duruşu ve işte meselâ Afyon Mahkemesi’ndeki bu savunmaları hiçbir şekilde dile getirilmedi. Hiçbir şekilde tam anlamıyla o ruh, o savunma, o kararlılık tercüme edilmedi. Belki Türk kardeşlerimiz de bunu idrak edemediler. Hep sürekli Üstad’ın ilmî yönünü gündeme getirdiler, bu yönü sürekli geri planda kaldı. Halbuki, Arap ve İslâm dünyası, işte o mahkeme müdafaalarında da ifadesini bulan şekliyle, bir örnek olarak Üstad’ın bu duruşuna, bu tarzına muhtaçtır.
‘Üstad’ın hayatını yazdım’ dediniz... Biraz bu çalışmadan da söz eder misiniz?
60 sayfalık bir yazı yazdım. Üç tane müdafaasını. 1960 yılında Üstad’ın hayatıyla ilgili 60 sayfalık yazmış olduğum bu yazı, özellikle Arap toplumunda müthiş bir etki meydana getirdi. Şu çok önemli: Arap dünyasında, İslâm dünyasında dâvetçiler, tebliğiciler, irşadçılar arasında silâha sarılmadan, şiddet kullanmadan dava yürüten bir insan yok. İşte Arap ve İslâm dünyasının örnek alabilecekleri şahsiyet Üstad’dır.
Şu da var: Davetçi insanlar kendileri ile devlet ve siyaset arasındaki dengeyi kuramıyorlar. Ya siyasete girip kendilerini kaybediyorlar. Ya bir şekilde silâha sarılıyorlar. İki taraftan biri zarar görüyor, dengeyi kuramıyorlar. Ya çatışacak, ya da siyasete girip onlar gibi olacak; o zaman da irşat vazifesi de yok olacak tabiî. Demek onlar bir örneğe muhtaçtır. Örnek de Bediüzzaman’ın metodudur.
Risale-i Nur’da sizi en çok etkileyen konu hangisidir?
Çok meseleler var. Bu hususta ayrım yapamam. Hepsi tesirli. İslâm akidesinde, Allah’ı zikretmek konusunda müthiş bir etkisi var. Cenab-ı Allah’a münacatta bulunması… Özellikle Cenab-ı Hakk’a “Ya Rabbi, sırtımda kefenimle toprağın altına gireceğim zaman benim hâlim nice olur…” derkenki münacatları çok etkilidir.
Bir de kendisini mahkemede sorgulayan hakimlere karşı kullanmış olduğu ifadeler çok etkileyici. Diyor ki meselâ: “Eğer yüz canım olsa, bu davaya feda olsun. Siz benim vücuduma cefa çektirebilir, eziyet edebilirsiniz, ama gücünüz yeterse ruhuma eziyet edin, işkence çektirin. Tabiî buna güç yetiremezsiniz.”
Yani bütün sözleri çok etkili. Neden? Çünkü ihlâslı. İhlâsının da sırrı Allah’ı çok çok zikretmesinden kaynaklanıyor. Özellikle Cenab-ı Allah’a duâ etmesi, ağaçların üstüne çıkıp da dağlar, taşlar, kuşlarla konuşarak Allah’ı zikretmesi... Bu yönleri ve sözleri çok etkili.
***
M. Said Ramazan el-Butî kimdir?
1929’da Irak’ta doğdu. 4 yaşındayken ailesi Şam’a yerleşti. İlk ve orta tahsilini Şam’da tamamladı. Babası Molla Ramazan’ın, kendisinin yetişmesinde büyük katkısı oldu. Şeyh Hasan Hebenneke’den feyz aldı. Lise tahsilinden sonra Ezher’e girdi. 1955’te mezun olup Suriye’ye döndü. Humus’ta bir süre öğretmenlik yaptı. Sonra Şam Üniversitesi Şeriat Fakültesi’ne Asistan olunca, Fakülte onu doktora için tekrar Ezher’e gönderdi. Şeriat Fakültesi’nde doktorasını tamamlayarak “Bi Takdiri Mümtaz” derecesiyle doktor oldu. 1966’da da Eğitim Sertifikası’na hak kazandı.
Şam’a dönünce Yar. Profesörlük göreviyle Şer’î ilimleri okutmaya başladı. Bir müddet sonra, Fıkıh Kürsüsü Başkanı ve Dekan İlmi İşler Yardımcısı oldu. Sonra Şeriat Fakültesi dekanı oldu. 1980’lere kadar bu görevde kaldı. Sonra Kürsü Başkanlığı yaptı.
Bir çok gazete ve dergide ilmî, fikrî makaleler yazdı, konferanslarda, camilerde vaazlar verdi. Dersleri, sohbet ve konferansları da genellikle yazdığı ilmî eserlere istinad ediyordu.
Ana dili Kürtçe’den başka Arapça, Farsça, Türkçe ve iki Batı dili biliyor.
2013’DE ŞEHİT EDİLDİ
El-Butî 21 Mart 2013'te cuma hutbesi verdiği camide suikast sonucu 84 yaşında şehit edilmişti.
Eserleri:
Fıkhu’s-Sîre.
Kübra’l-Yakınıyyat.
el-Maddiye el-Cedeliyye.
et-Terbiyetu’l-İslâmiyye.
en-Nizamu’l-İktisadi’l-İslâmî.
el-La Mezhebiyye.
Ebhasü’n fi’l-Kimme.
Hakeza Felned’u ile’l-İslâm.
Müşkilatü’ş-Şebab.
İla Külli Fetatin Tü’minu Billah.
RÖPORTAJ: İSMAİL TEZER