“Bu meyveler gibi hadsiz tatlı semereler ve faydalar ve
hasenatın gayet güzel neticeleri ve menfaatleri ve erha-
mürrâhimîn’in gayet merhametkârâne tevfikleri ve ina-
yetleri ehl-i hidayete yardım edip kuvvet verdikleri hâlde,
ehl-i dalâlet neden çok defa galebe eder ve bazen yirmi-
si yüz tane ehl-i hidayeti perişan eder?” diye, manen ben-
den soruldu. Ve bu tefekkür içinde, şeytanın gayet zayıf
desiselerine karşı kur’ân’ın büyük tahşidatı ve melâikele-
ri ve Cenab-ı Hakkın yardımını ehl-i imana göndermesi
hatıra geldi. risale-i nur’un onun hikmetini kat’î hüccet-
lerle izahına binaen, o sualin cevabına gayet kısa bir işa-
ret ederiz.
evet, bazen serseri ve gizli muzır bir adamın bir saraya
ateş atmaya çalışması yüzünden yüzer adamın yapması
gibi, yüzer adamın muhafazası ile ve bazen devlete ve pa-
dişaha iltica ile o sarayın vücudu devam edebilir. Çünkü,
onun vücudu, bütün şeraitin ve erkânın ve esbabın vücu-
duyla olabilir. Fakat, onun ademi ve harap olması, bir tek
şartın ademiyle vaki ve bir serserinin bir kibritiyle yanıp
mahvolduğu gibi, ins ve cin şeytanları az bir fiil ile büyük
tahribat ve dehşetli manevî yangınlar yaparlar.
evet, bütün fenalıklar ve günahlar ve şerlerin mâyesi
ve esasları ademdir, tahriptir. sureten vücudun altında,
adem ve bozmak saklıdır. İşte cinnî ve insî şeytanlar ve
şerirler, bu noktaya istinaden gayet zayıf bir kuvvetle
hadsiz bir kuvvete karşı dayanıp, ehl-i hak ve hakikati
Cenab-ı Hakkın dergâhına ilticaya ve kaçmaya her vakit
Şualar
o
n
B
irinci
Ş
ua
| 415 |
MEYVE RİSALESİ
inayet:
yardım, ihsan, lütuf.
ins:
insan, beşer, âdemoğlu.
insî:
insan cinsinden.
istinaden:
istinat ederek, daya-
narak, güvenerek, delil kabul ede-
rek.
izah:
açıkça ortaya koyma, bir ko-
nuyu ayrıntılarıyla, eksiksiz anlat-
ma.
kat’î:
kesin, şüpheye ve tereddüde
mahal bırakmayan.
kuvvet:
güç, kudret.
mahvolma:
yok olma, ortadan
kalkma, batma.
manen:
mana bakımından, ma-
naca.
manevî:
manaya ait, maddî ol-
mayan.
mâye:
maya, asıl ve gerekli madde;
temel, esas, asıl, öz.
mecbur:
zorunda kalma.
melâike:
melekler.
menfaat:
fayda.
merhametkârâne:
acıyarak, mer-
hamet göstererek.
muhafaza:
koruma.
muzır:
zararlı, zarar veren.
padişah:
hükümdar, sultan.
semere:
meyve, güzel netice.
serseri:
ötede beride başı boş ge-
zen, işsiz, güçsüz.
sual:
soru.
Sureten:
suret olarak, görünüş iti-
barıyla, şekilce, şekil olarak.
şer:
kötülük.
şerait:
şartlar.
şerir:
şer işleyen, kötülük işleyen,
fenalık yapan.
tahribat:
tahripler, yıkıp bozma-
lar.
tahrip:
harap etme, yıkma, boz-
ma.
tahşidat:
yığmalar, biriktirmeler,
toplamalar.
tefekkür:
derin düşünme; eşyanın
hakikatini, yaratıcının sırlarını kav-
ramak ve ibret almak için zihnen
ve kalben düşünme.
tevfik:
başarı, muvaffakıyet.
vaki:
vuku bulan, olan.
vücut:
beden, varlık.
adem:
yokluk, olmama.
binaen:
… -den dolayı, bu se-
bepten.
cin:
gözle görünmez, lâtif ci-
simlerden ibaret bir yaratık.
cinnî:
cin taifesinden olan.
dehşetli:
ürkütücü, korkunç.
dergâh:
sığınılacak yer.
desise:
hile, oyun, aldatmaca.
ehl-i dalâlet:
dalâlet ehli; yol-
dan çıkanlar, azgın ve sapkın
kimseler.
ehl-i hak:
hak ehli, iman, İslâ-
miyet ve hak yolunda olan,
hak mezhepte olan.
ehl-i hakikat:
hakikati arzu-
layanlar, gerçeği bulup onun
peşinden gidenler; Allah ada-
mı.
ehl-i hidayet:
hidayette ve
doğru yolda olanlar, hidayete
erişmiş kimseler.
ehl-i iman:
inananlar, iman
sahipleri.
Erhamürrâhimîn:
merhamet
edenlerin en merhametlisi olan
Allah.
erkân:
rükünler, esaslar.
esbap:
sebepler, vasıtalar.
faide:
fayda.
fiil:
iş, hareket.
galebe:
galip gelme, yenme,
üstünlük.
gayet:
son derece.
günah:
Allah’ın emirlerine ay-
kırı davranış, uygunsuz fiil, dinî
suç.
hadsiz:
sınırsız, sonsuz.
hasenat:
iyi ameller, iyi işler,
hayırlar.
hikmet:
İlâhî gaye, gizli se-
bep.
hüccet:
delil.
iltica:
sığınma, güvenme, da-
yanma.