mecbur ettiğinden, kur’ân, onları himaye için büyük tah-
şidat yapar. doksan dokuz esma-i İlâhiyeyi onların elleri-
ne verir. o düşmanlara karşı sebat etmelerine çok şiddetli
emirler verir.
Bu cevaptan, birden pek büyük bir hakikatin ucu ve
azametli, dehşetli bir meselenin esası göründü. Şöyle ki:
nasıl ki cennet bütün vücut âlemlerinin mahsulâtını ta-
şıyor ve dünyanın yetiştirdiği tohumları bâkiyâne sümbül-
lendiriyor. öyle de, cehennem dahi, hadsiz dehşetli adem
ve hiçlik âlemlerinin çok elîm neticelerini göstermek için,
o adem mahsulâtlarını kavuruyor. Ve o dehşetli cehen-
nem fabrikası, sair vazifeleri içinde, âlem-i vücut kâinatı-
nı âlem-i adem pisliklerinden temizlettiriyor. Bu dehşetli
meselenin şimdilik kapısını açmayacağız; inşaallah sonra
izah edilecek.
Hem, meleklere iman meyvesinden bir cüz’ü ve Mün-
ker ve nekir’e ait bir numunesi şudur:
“Herkes gibi ben dahi muhakkak gireceğim” diye, me-
zarıma hayalen girdim. Ve kabirde yalnız, kimsesiz, ka-
ranlık, soğuk, dar bir haps-i münferitte, bir tecrid-i mut-
lak içindeki tevahhuş ve me’yusiyetten tedehhüş ederken,
birden Münker ve nekir taifesinden iki mübarek arkadaş
çıkıp geldiler. Benimle münazaraya başladılar. kalbim ve
kabrim genişlediler, nurlandılar, hararetlendiler. Âlem-i
ervaha pencereler açıldı. Ben de, şimdi hayalen ve istik-
balde hakikaten göreceğim o vaziyete bütün canımla se-
vindim ve şükrettim.
adem:
yokluk, hiçlik.
âlem:
varlık sınıflarından her biri.
âlem-i adem:
yokluk, hiçlik âle-
mi.
âlem-i ervah:
ruhlar âlemi.
âlem-i vücut:
varlık âlemi, vücut
âlemi.
azamet:
büyüklük.
bâkiyâne:
daimî, sonsuz bir şekil-
de.
cüz:
kısım, parça.
dehşetli:
ürkütücü, korkunç.
elîm:
şiddetli, çok dert ve keder
veren.
esma-i İlâhiye:
Allah’ın isimleri.
hadsiz:
sınırsız, sonsuz.
hakikat:
gerçek, esas.
hakikaten:
doğrusu, gerçekten.
haps-i münferit:
ehl-i dalâlet için
ölüm ve kabir.
hararet:
ateşlilik, coşkunluk, he-
yecanlılık.
hayalen:
hayal olarak, hayalî bir
şekilde, zihinde tasarlayıp canlan-
dırarak.
himaye:
koruma, muhafaza etme.
iman:
inanma, itikat.
inşaallah:
‘Allah izin verirse’ ma-
nasında kullanılan bir dua.
istikbal:
gelecek zaman.
izah:
açıkça ortaya koyma, bir
konuyu ayrıntılarıyla, eksiksiz
anlatma.
kabir:
mezar.
kâinat:
yaratılmış olan şeylerin
tamamı, bütün âlemler, var-
lıklar.
mahsulât:
meyveler, ürünler.
mesele:
önemli konu.
me’yusiyet:
ümitsizlik.
mezar:
kabir, ölünün gömül-
düğü yer.
muhakkak:
doğruluğu kesinlik
kazanmış, mutlak.
mübarek:
feyizli, bereketli,
kutlu.
münazara:
bir konu üzerinde
belli kurallara uyularak yapılan
tartışma.
Münker-Nekir:
sorgu melek-
leri, öldükten sonra insanları
sorgulayan melekler.
nur:
aydınlık, parıltı, ışık.
numune:
örnek.
sair:
diğer, başka, öteki.
sebat:
kararlı olma, kararından
vazgeçmeme, azimlilik.
şükür:
nimet ve iyiliğin sahibini
tanıma ve ona karşı minnet
duyma.
tahşidat:
yığmalar, biriktirme-
ler, toplamalar.
taife:
bölük, takım, güruh, fır-
ka.
tecrid-i mutlak:
tam bir yal-
nızlık, hiç kimseyle görüşeme-
mek.
tedehhüş:
dehşete düşme,
korkma, ürkme.
tevahhuş:
yalnızlaşma, vah-
şîleşme, yabancılaşma.
vazife:
görev.
vaziyet:
durum.
vücut:
beden, varlık.
MEYVE RİSALESİ
| 416 |
o
n
B
irinci
Ş
ua
Şualar