dokundu ki, böyle, dünyayı bir manevî cehenneme ve aklı
bir tazip aletine çevirdiği sırada, Muhammed Aleyhissa-
lâtü Vesselâmın beşere hediye getirdiği nur perdeyi kal-
dırdı. İdam, adem, hiçlik, vazifesizlik, abes, firak, fânîlik
yerinde, o kavakların her birinin yaprakları adedince hik-
metleri, manaları ve risale-i nur’da ispat edildiği gibi üç
kısma ayrılan neticeleri ve vazifeleri var diye gösterdi.
Birinci kısım
, sâni-i zülcelâl’in esmasına bakar. Me-
selâ; nasıl ki bir usta, harika bir makineyi yapsa, onu
takdir eden herkes o zata
(1)
*G n
?n
QÉn
H ,*G n
A=É°n
TÉn
e
deyip al-
kışlar. öyle de, o makine dahi, ondan maksut neticeleri
tam tamına göstermesiyle, lisan-ı hâliyle ustasını tebrik
eder, alkışlar. Her zîhayat ve her şey böyle bir makine-
dir; ustasını tebriklerle alkışlar.
İkinci kısım hikmetleri
ise, zîhayatın ve zîşuurun na-
zarlarına bakar, onlara şirin bir mütalâagâh, birer kitab-ı
marifet olur; manalarını zîşuurun zihinlerinde ve suretle-
rini kuvve-i hafızalarında ve elvah-ı misaliyede ve âlem-i
gaybın defterlerinde daire-i vücutta bırakıp, sonra âlem-i
şahadeti terk eder, âlem-i gayba çekilir. demek, sûrî bir
vücudu bırakır, manevî ve gaybî ve ilmî çok vücutları ka-
zanır.
Evet, madem Allah var ve ilmi ihata eder; elbette
adem, idam, hiçlik, mahv, fenâ, hakikat noktasında ehl-i
imanın dünyasında yoktur. Ve kâfirlerin dünyaları adem-
le, firakla, hiçlikle, fânîlikle doludur. İşte bu hakikati,
abes:
boş saçma, lüzumsuz ve ga-
yesiz iş.
adem:
yokluk.
âlem-i gayp:
gayp âlemi, görün-
meyen, fakat varlığı kesin olan ve
mahiyeti Allah tarafından bilinen
başka dünyalar.
âlem-i şahadet:
gözle gördüğü-
müz, şahit olduğumuz âlem, kâi-
nat.
aleyhissalâtü vesselâm:
‘salât ve
selâm onun üzerine olsun’ anla-
mında Hz. Muhammed’e dua.
bârekâllah:
Allah mübarek etsin,
hayırlı ve bereketli olsun.
beşer:
insan, insanlık, âdemoğlu.
daire-i vücut:
varlık dairesi.
ehl-i iman:
inananlar, iman sa-
hipleri.
elvah-ı misaliye:
örnek tablolar,
misalî manzaralar.
esma:
adlar, isimler.
fânî:
ölümlü, geçici.
fenâ:
yok olma, ölümlülük, geçi-
cilik.
firak:
ayrılık, hicran.
gaybî:
gaypla ilgili, görünmeyenlere
ait.
hakikat:
gerçek, esas.
harika:
olağanüstü.
hikmet:
İlâhî gaye, gizli sebep,
fayda.
idam:
yok olma.
ihata:
kuşatma, içine alma.
ilim:
bilme, bilgi.
ilmî:
ilim ile ilgili, ilme dair.
ispat:
doğruyu delillerle göster-
me.
kâfir:
Allah’ı ve İslâmiyeti inkâr
eden, dinsiz.
kitab-ı marifet:
marifet kitabı, Al-
lah’ı tanıtan kitap, bilgi kaynağı
olan kitap.
kuvve-i hafıza:
hafıza gücü.
lisan-ı hâl:
hâl dili, bir şeyin duruşu
ve görünüşü ile bir mana ifade
etmesi.
madem:
... -den dolayı, böyle
ise.
mahv:
yok olma, ortadan kalk-
ma, batma.
maksut:
istenilen şey, istek,
arzu, gaye.
manevî:
manaya ait, maddî
olmayan.
maşaallah:
Allah’ın istediği gibi,
Allah’ın istediği olur anlamında
hayret ve memnunluk ifade
eden bir ibare.
meselâ:
örneğin.
mütalâagâh:
mütalâa yeri, et-
raflıca düşünme, okuma ve
inceleme yeri.
nazar:
bakış, dikkat.
nur:
aydınlık, parıltı, ışık.
Sâni-i Zülcelâl:
sonsuz büyük-
lük sahibi olan ve her şeyi sa-
natla yaratan, Allah (cc.).
suret:
biçim, tarz, görünüş.
sûrî:
görünüşte olan, şeklî.
tazip:
Azap verme, eziyet
etme, eziyette bulunma.
tesbih:
Allah’ı bütün kusur ve
noksan sıfatlardan uzak tutma,
Cenab-ı Hakkı şanına lâyık ifa-
delerle anma.
vazife:
görev.
vücut:
beden, varlık.
zat:
kişi, şahıs.
zîhayat:
hayat sahibi.
zihin:
hafıza, bellek.
zîşuur:
şuurlu, şuur sahibi.
1.
Allah dilemiş ne güzel yaratmış; Allah mübarek kılsın.
MEYVE RİSALESİ
| 408 |
o
n
B
irinci
Ş
ua
Şualar