İKİNCİHAŞİYE
denizli hapsinden tahliyemizden sonra meşhur Şehir
otelinin yüksek katında oturmuştum. karşımda güzel
bahçelerde kesretli kavak ağaçları birer halka-i zikir tar-
zında gayet lâtif, tatlı bir surette hem kendileri, hem dal-
ları, hem yaprakları, havanın dokunmasıyla, cezbekârâ-
ne ve cazibedarâne hareketle raksları, kardeşlerimin mü-
farakatlarından ve yalnız kaldığımdan, hüzünlü ve gamlı
kalbime ilişti. Birden güz ve kış mevsimi hatıra geldi ve
bana bir gaflet bastı. Ben, o kemal-i neşe ile cilvelenen o
nazenin kavaklara ve zîhayatlara o kadar acıdım ki, göz-
lerim yaş ile doldu. kâinatın süslü perdesi altındaki adem-
leri, firakları ihtar ve ihsasıyla, kâinat dolusu firakların, ze-
vallerin hüzünleri başıma toplandı. Birden hakikat-i Mu-
hammediyenin (
AsM
) getirdiği nur, imdada yetişti. o had-
siz hüzünleri, gamları sürurlara çevirdi. Hatta o nurun
herkes ve her ehl-i iman gibi, benim hakkımda milyon
feyzinden yalnız o vakitte o vaziyete temas eden imdat ve
tesellisi için zat-ı Muhammediyeye (
AsM
) karşı ebediyen
minnettar oldum. Şöyle ki:
ol nazar-ı gaflet, o mübarek nazeninleri vazifesiz, neti-
cesiz; bir mevsimde görünüp, hareketleri, neşeden değil,
belki, güya ademden ve firaktan titreyerek hiçliğe düştük-
lerini göstermekle, herkes gibi bendeki aşk-ı beka ve
hubb-i mehasin ve muhabbet-i vücut ve şefkat-i cinsiye
ve alâka-i hayatiyeye medar olan damarlarıma o derece
Şualar
o
n
B
irinci
Ş
ua
| 407 |
MEYVE RİSALESİ
la.
lâtif:
güzel, hoş.
medar:
dayanak noktası, sebep,
vesile.
meşhur:
şöhretli, herkesin bildiği,
yaygınlık kazanmış.
minnettar:
bir iyiliğe karşı teşekkür
duygusu içinde olan.
mübarek:
feyizli, bereketli, kutlu.
müfarakat:
uzaklaşma, ayrılık.
nazar-ı gaflet:
mana ve mahiyet-
ten yoksun olan bakış, idrak ede-
meyen nazar.
nazenin:
nazlı, nazik, narin, ince
yapılı.
nur:
aydınlık, parıltı, ışık.
raks:
oynama, dans etme.
suret:
biçim, tarz, görünüş.
sürur:
sevinç, mutluluk.
şefkat-i cinsiye ve hayatiye:
aynı
cinsten olanların birbirlerine karşı
gösterdikleri şefkat, merhamet ve
hayata karşı duyulan şefkat.
şefkat-i cinsiye:
cinse ait şefkat;
aynı cinsten olanların birbirlerine
karşı duydukları merhamet, sevgi,
şefkat duygusu.
tahliye:
tutukluyu serbest bırak-
ma.
tarz:
biçim, şekil, suret.
teselli:
avutma, acısını dindirme.
vazife:
görev.
vaziyet:
durum.
zat-ı Muhammediye:
Hz. Muham-
med’in zatı, kişiliği.
zeval:
sona erme, yok olma, ölme.
zîhayat:
hayat sahibi.
adem:
yokluk.
aşk-ı beka:
ebedî hayat aşkı,
sonsuzluk aşkı.
cazibekârâne:
çekici ve cazibeli
bir şekilde.
cezbedarâne:
cezbeye tutul-
muş gibi, Allah sevgisi ile ken-
dinden geçerek.
cilve:
güzellere yakışır duruş
ve davranış, dilberce hareket,
naz ve eda.
ebediyen:
ebedî olarak, ilele-
bet.
ehl-i iman:
inananlar, iman
sahipleri.
feyiz:
ihsan, bağış, kerem.
firak:
ayrılık, hicran.
gaflet:
dikkatsizlik, endişesizlik,
Allah’tan uzaklaşıp nefsin ar-
zularına dalmak.
gam:
keder, üzüntü.
gayet:
son derece.
güya:
sanki, sözde.
güz:
sonbahar.
hadsiz:
sınırsız, sonsuz.
hakikat-i Muhammediye:
Hz
Peygamberin manevî şahsiyeti,
İslâmiyetin aslı ve esası.
halka-i zikir:
zikir halkası, zikir
esnasında daire şeklinde otur-
ma.
haşiye:
dipnot.
hubb-i mehasin:
güzelliklere,
güzel olan şeylere sevgi.
hüzün:
keder, tasa, gam, hü-
zün.
ihsas:
hissettirme, sezdirme.
ihtar:
hatırlatma, uyarı.
imdat:
yardım.
kâinat:
yaratılmış olan şeylerin
tamamı, bütün âlemler, var-
lıklar.
kemal-i neşe:
neşe ve sevincin
tam oluşu, tam bir neşe.
kesretli:
çokluğu olan, çok faz-