iltihak ederler. o makama gayet mutabık olur, mertebe-i
belâgati yükselir.
İkinc i Bi r Sual
:
kur’ân’da sarihan ve zımnen ve
işareten ahiret ve tevhidi ve beşerin mükâfat ve mücaza-
tını binler defa ispat edip nazara vermenin ve her sure-
de, her sayfada, her makamda ders vermenin hikmeti ne-
dir?
El cevap
:
daire-i imkânda ve kâinatın sergüzeştine
ait inkılâplarda ve emanet-i kübrayı ve hilâfet-i arziyeyi
omzuna alan nev-i beşerin şekavet ve saadet-i ebediyeye
medar olan vazifesine dair en ehemmiyetli, en büyük, en
dehşetli meselelerinden en azametlilerini ders vermek ve
hadsiz şüpheleri izale etmek ve gayet şiddetli inkârları ve
inatları kırmak cihetinde, elbette o dehşetli inkılâpları tas-
dik ettirmek ve o inkılâplar azametinde büyük ve beşere
en elzem ve en zarurî meseleleri teslim ettirmek için,
kur’ân, binler defa değil, belki milyonlar defa onlara bak-
tırsa, yine israf değil ki, milyonlar kere tekrar ile o bahis-
ler kur’ân’da okunur, usanç vermez, ihtiyaç kesilmez.
Meselâ,
… /
ôr
én
J l
äÉs
æ`n
L r
ºo
¡ n
d p
äÉn
ëp
dÉs
°üdG Gƒ o
?p
ªn
Yn
h Gƒo
æn
e'
G n
øj/
ò s
dG s
¿p
G
(1)
... o
QÉn
¡r
fn
’r
G Én
¡p
àr
ën
J r
øp
e
ayetinin gösterdiği müjde-i saadet-i ebediye hakikati, bî-
çare beşere her dakika kendini gösteren hakikat-i mevtin
hem insanı, hem dünyasını, hem bütün ahbabını idam-ı
ebedîsinden kurtarıp ebedî bir saltanatı kazandırır dedi-
ğinden, milyarlar defa tekrar edilse ve kâinat kadar
Şualar
o
n
B
irinci
Ş
ua
| 401 |
MEYVE RİSALESİ
kabul ve tasdik etmeme.
inkılâp:
bir hâlden başka bir hale
geçme, değişme, dönüşme.
ispat:
doğruyu delillerle göster-
me.
israf:
gereksiz yere harcama, ihti-
yaçtan fazlasını harcama, savur-
ganlık.
işareten:
işaret ederek, belirte-
rek.
izale:
giderme, ortadan kaldırma.
medar:
sebep, vesile.
mertebe-i belâgat:
belâgat mer-
tebesi.
mesele:
önemli konu.
mutabık:
uygun.
mücazat:
bir suça karşı verilen
ceza, karşılık, mutlak ceza.
müjde-i saadet-i ebediye:
ebedî
mutluluk müjdesi, ebedî, sonsuz
saadet müjdesi.
mükâfat:
iyi bir iş, hizmet veya
başarıdan ötürü verilen şey, ödül.
nev-i beşer:
insanoğlu, insanlar.
saadet-i ebediye:
sonu olmayan,
sonsuz mutluluk.
saltanat:
sultanlık, padişahlık, hü-
kümdarlık.
sarihan:
açıkça, açık olarak.
sergüzeşt:
bir kimsenin başından
geçen hâl ve olaylar, serüven, ma-
cera.
şekavet:
sıkıntı ve işkence altında
kalmak, kötü duruma düşme.
şekavet-i ebediye:
ebedî, sonsuz
sıkıntı ve işkence, bitmeyen azap.
tasdik:
bir şeyin veya kimsenin
doğruluğuna kesin olarak hük-
metme.
vazife:
görev.
zarurî:
mecburî, zorunlu, ister is-
temez.
zımnen:
açıktan olmayarak, do-
layısıyla, üstü kapalı olarak, kapalı
bir şekilde.
ahbap:
dostlar.
ahiret:
dünya hayatından son-
ra başlayıp ebediyen devam
edecek olan ikinci hayat.
ayet:
Kur’ân’ın her bir cümle-
si.
azamet:
büyüklük, ululuk, yü-
celik.
bahis:
konu.
beşer:
insanlık.
bîçare:
çaresiz, zavallı.
dair:
alâkalı, ilgili.
daire-i imkân:
imkân âlemi,
kâinat ve varlıklar âlemine ait
âlem.
dehşetli:
ürkütücü, korkunç.
ebedî:
sonu olmayan, daimî,
sürekli.
elzem:
daha (en, pek) lâzım,
lüzumlu, gerekli.
emanet-i kübra:
büyük ema-
net, en büyük emanet.
hadsiz:
sınırsız, sonsuz.
hakikat-i mevt:
ölüm gerçe-
ği.
hilâfet-i arziye:
arzın, yer yü-
zünün halifeliği.
idam-ı ebedî:
dirilmemek üze-
re yok oluş, ahiret inancı ol-
madığı için ölümü ebedî yok-
luğa gitmek olarak görme.
iltihak:
karışma, katılma.
inkâr:
reddetme, inanmama,
1.
İman edenler ve güzel işler yapanlar için ise, altından ırmaklar akan cennetler vardır. (Bu-
rûc Suresi: 11.)