Şualar - page 394

ve çok iltibas yerleri ve cümleleri ile beraber çocukların
nazik ve basit kafalarında mükemmel yerleşmesi; ve has-
taların ve az sözden müteessir olan ve sekeratta olanla-
rın kulağında mâ-i zemzem misillü hoş gelmesi gibi kud-
sî imtiyazları kazanır. Ve iki cihanın saadetlerini kendi şa-
kirtlerine kazandırır ve tercümanın ümmiyet mertebesini
tam riayet etmek sırrıyla hiçbir tekellüf ve hiçbir tasannu
ve hiçbir gösterişe meydan vermeden selâset-i fıtriyesini
ve doğrudan doğruya semadan gelmesini ve en kesretli
olan tabakat-ı avamın basit fehimlerini tenezzülât-ı kelâ-
miye ile okşamak hikmetiyle, en ziyade sema ve arz gibi
en zahir ve bedihî sayfalarını açıp o adiyat altındaki hari-
kulâde mu’cizat-ı kudretini ve manidar sutur-i hikmetini
ders vermekle lütf-i irşatta güzel bir i’caz gösterir.
tekrarı iktiza eden dua ve davet, zikir ve tevhid kitabı
dahi olduğunu bildirmek sırrıyla güzel, tatlı tekraratıyla bir
tek cümlede ve bir tek kıssada ayrı ayrı çok manaları, ay-
rı ayrı muhatap tabakalarına tefhim etmekte; ve cüz’î ve
adî bir hâdisede en cüz’î ve ehemmiyetsiz şeyler dahi na-
zar-ı merhametinde ve daire-i tedbir ve iradesinde bulun-
masını bildirmek sırrıyla, tesis-i İslâmiyet’te ve tedvin-i şe-
riatta sahabîlerin cüz’î hâdiselerini dahi nazar-ı ehemmi-
yete almasında, hem küllî düsturların bulunması, hem
umumî olan İslâmiyet’in ve şeriatın tesisinde o cüz’î hâ-
diseler, çekirdekler hükmünde çok ehemmiyetli meyve-
leri verdikleri cihetinde de bir nevi i’cazı gösterir.
adî:
bayağı, aşağı, değersiz.
adiyat:
her zaman olagelen, alı-
şılmış, sıradan şeyler, basit işler.
arz:
yer, dünya.
bedihî:
delil ve ispata muhtaç ola-
mayacak derecede açık ve ortada
olan.
cihan:
dünya, kâinat, âlem.
cihet:
yön.
cüz’î:
küçük, az.
daire-i tedbir:
tedbir, idare etme
dairesi.
davet:
çağırma, çağrı.
düstur:
kanun, kaide.
fehim:
anlama, anlayış, kavrayış.
hâdise:
olay.
harikulâde:
görülmedik derecede,
olağanüstü, mükemmel.
hikmet:
İlâhî gaye, gizli sebep.
hükmünde:
değerinde, yerinde.
i’caz:
insanların benzerini yap-
maktan âciz kaldıkları şeyi yap-
mak.
iktiza etme:
gerektirme.
iltibas:
birbirine benzeyen yerleri
şaşırıp karıştırma.
imtiyaz:
fark, ayrıcalık, üstünlük.
irade:
bir şeyi yapıp yapmama
konusunda için olan iktidar, güç.
İslâmiyet:
Müslümanlık, semavî
dinlerin sonuncusu.
kesretli:
çokluğu olan, çok fazla.
kıssa:
anlatılan olay, hikâye.
kudsî:
mukaddes, yüce.
küllî:
umumî, genel.
lütf-i irşat:
Allah’ın, lütfuyla in-
sanları hidayete erdirmesi.
mâ-i Zemzem:
Zemzem suyu.
manidar:
nükteli, ince manalı.
mertebe:
derece, basamak.
misillü:
gibi, benzeri.
mu’cizat-ı kudret:
kudret mu’ci-
zeleri.
muhatap:
kendisine hitap olunan,
söz söylenilen kimse.
müteessir:
teessüre kapılan, duy-
gulanmış, etkilenmiş.
nazar-ı ehemmiyet:
pek önemli
görerek, pek mühim olduğunu dü-
şünerek olan bakış.
nazar-ı merhamet:
merhametli
bakış.
nazik:
narin, ince.
nevi:
çeşit, tür.
riayet:
uyma, gözetme.
saadet:
mutluluk.
Sahabe:
Peygamberimiz Hz. Mu-
hammed’in mübarek yüzünü gör-
mekle şereflenen ve onun soh-
betlerine katılan mü’min kimse.
sekerat:
ölmek üzere olan bir ki-
şinin kendinden geçmesi.
selâset-i fıtriye:
ifadede zorlamaya
mahal bırakmaksızın doğal olarak
akıcı ve açık olması.
sema:
gökyüzü, gök.
sır:
gizli hakikat.
sutur-i hikmet:
hikmet satır-
ları.
şakirt:
talebe, öğrenci.
Şeriat:
Allah tarafından pey-
gamber vasıtasıyla bildirilen,
İlâhî emir ve yasaklara daya-
nan hükümlerin hepsi.
tabaka:
kat, katman.
tabakat-ı avam:
avam taba-
kaları, halktan ilim ve irfanı az
olanların tabakaları.
tasannu:
bir eserde aşırı süs-
lerle yapmacığa kaçma.
tedvin-i Şeriat:
İslâmî hüküm-
lerin bir araya getirilmesi, sı-
nıflandırılması.
tefhim:
anlatma, açıklama, bil-
dirme.
tekellüf:
gösteriş, yapmacık,
sahte tavır.
tekrarat:
tekrarlar.
tenezzülât-ı kelâmiye:
sözün,
muhatapların seviyelerine uy-
gun olarak söylenmesi, derin
hakikatlerin anlaşılır, kolay ifa-
delerle açıklanması.
tercüman:
tercüme eden, çe-
viren.
tesis:
kurma, meydana getir-
me.
tesis-i İslâmiyet:
İslâmiyetin
doğuşu, kuruluşu ve yayılışı,
kökleşmesi.
tevhid:
Allah’ın bir olduğuna
inanma.
umumî:
herkesle ilgili, genel.
ümmiyet:
okuma yazma bil-
memek.
zahir:
açık, aşikâr.
zikir:
Allah’ın adlarını anarak
dua etme, Allah’ı anma.
ziyade:
çok, fazla.
MEYVE RİSALESİ
| 394 |
o
n
B
irinci
Ş
ua
Şualar
1...,384,385,386,387,388,389,390,391,392,393 395,396,397,398,399,400,401,402,403,404,...1581
Powered by FlippingBook