yeri seyredebilir” deyip, feryat edenin ağlamasını tebes-
süme ve sevince çevirmesidir.
Ben de, aynen bu ağlayan çocuk gibi, bu hazin kışta
ve elim bir vaziyetimde gayet elîm iki vefat haberini al-
dım. Biri, hem âlî mekteplerde birinciliği kazanan, hem
risale-i nur’un hakikatlerini neşreden biraderzadem mer-
hum Fuad; ikincisi, hacca gidip sekerat içinde tavaf eder-
ken, tavaf içinde vefat eden Âlime Hanım namındaki
merhume hemşirem. Bu iki akrabamın ölümleri, İhtiyar
risalesinde yazılan merhum Abdurrahman’ın vefatı gibi
beni ağlatırken, imanın nuruyla o masum Fuad, o saliha
hanım, insanlar yerinde meleklere, hûrilere arkadaş ol-
duklarını ve bu dünyanın tehlike ve günahlarından kurtul-
duklarını manen, kalben gördüm. o şiddetli hüzün yerin-
de büyük bir sevinç hissedip hem onları, hem Fuad’ın pe-
deri kardeşim Abdülmecid’i, hem kendimi tebrik ederek
erhamürrâhimîn’e teşekkür ettim. Bu iki merhumeye rah-
met duası niyetiyle buraya yazıldı, kaydedildi.
risale-i nur’daki bütün mizanlar ve muvazeneler, ima-
nın saadet-i dünyeviyeye ve uhreviyeye medar meyvele-
rini beyan ederler. Ve o küllî ve büyük meyveler, bu dün-
yada gösterdikleri saadet-i hayatiye ve lezzet-i ömür cihe-
tiyle, “Her mü’minin imanı, ona bir saadet-i ebediyeyi ka-
zandıracak, belki sümbül verecek ve o surette inkişaf
edecek” diye haber verirler. Ve o küllî ve pek çok mey-
velerinden beş meyvesi, meyve-i Miraç olarak otuz
akraba:
yakınlar, aralarında soyca
yakınlık bulunanlar, hısımlar.
âlî:
yüce, yüksek, ulu.
beyan etmek:
açıklamak, bildir-
mek, izah etmek.
biraderzade:
kardeş çocuğu, ye-
ğen.
cihet:
yön.
dua:
Allah’a yalvarma, niyaz.
elîm:
şiddetli, çok dert ve keder
veren.
Erhamürrâhimîn:
merhamet eden-
lerin en merhametlisi olan Allah.
feryat:
haykırma, çığlık.
gayet:
son derece.
günah:
Allah’ın emirlerine aykırı
davranış, uygunsuz fiil, dinî suç.
hakikat:
gerçek, esas.
hazin:
keder meydana getiren, acı
uyandıran, hüzün veren.
hemşire:
kız kardeş, bacı.
huri:
cennet kızı, cennet güzeli.
hüzün:
keder, tasa, gam, hüzün.
iman:
inanma, itikat.
inkişaf:
ortaya çıkma, keşfolun-
ma.
kalben:
kalp ile, kalpten.
küllî:
umumî, genel.
lezzet-i ömür:
hayat, yaşama lez-
zeti.
manen:
mana bakımından, ma-
naca.
masum:
suçsuz, günahsız, saf, te-
miz.
medar:
sebep, vesile.
mektep:
eğitim ve öğretim kuru-
luşu, ilim ve irfan öğrenilen yer,
okul.
merhum:
rahmete kavuşmuş, öl-
müş, ölü.
merhume:
vefat etmiş, rah-
mete kavuşmuş kadın.
meyve-i Miraç:
Miracın mey-
vesi, Miracın faydalı neticeleri.
mizan:
ölçü, denge.
muvazene:
denge.
mü’min:
iman eden, inanan.
nam:
ad, isim.
neşretme:
dağıtma, yayma,
saçma.
niyet:
bir işi yapmayı önceden
düşünme.
nur:
aydınlık, parıltı, ışık.
peder:
baba.
rahmet:
şefkat etmek, mer-
hamet etmek, esirgemek.
saadet-i dünyeviye:
dünya
ile ilgili saadet, dünya haya-
tındaki mutluluk, dünya saa-
deti.
saadet-i ebediye:
sonu olma-
yan, sonsuz mutluluk.
saadet-i hayatiye:
hayattaki
mutluluk.
saadet-i uhreviye:
ahiretle
ilgili saadet, ahiretteki mutlu-
luk.
saliha:
temiz, saf, iyi işler ya-
pan, dinin emirlerini tam olarak
yerine getiren takva sahibi ka-
dın.
sekerat:
ölmek üzere olan bir
kişinin kendinden geçmesi.
suret:
biçim, tarz, görünüş.
tavaf:
haccın şartlarından ola-
rak, hacıların Kâbe’nin etrafında
yedi kez dolaşmaları.
tebessüm:
gülümseme.
teşekkür:
yapılan bir iyilik kar-
şısında minnet, memnuniyet
ve şükür ifade etme, şükret-
me.
vaziyet:
durum.
vefat:
ölüm.
MEYVE RİSALESİ
| 418 |
o
n
B
irinci
Ş
ua
Şualar