Şualar - page 423

ve takdis içinde bir geniş ve ihatalı ve şuurkârâne bir ubu-
diyetle mukabele etmesi lâzım ve kat’îdir. Ve şuursuz ce-
madat ve erkân-ı azîme-i kâinat hesabına o vazifeyi an-
cak hadsiz melekler görebilir. Ve o saltanat-ı rububiyetin
her tarafta, serâda, süreyya’da, zeminin temelinde, dı-
şında hakîmâne ve haşmetkârâne icraatını onlar temsil
edebilirler.
Meselâ, felsefenin ruhsuz kanunları pek karanlık ve
vahşetli gösterdikleri hilkat-i arziye ve vaziyet-i fıtriyesini
bu meyve ile nurlu, ünsiyetli bir tarzda “sevr” ve “Hut”
namlarındaki iki meleğin omuzlarında, yani nezaretlerin-
de; ve cennetten getirilen ve fânî küre-i arzın bâkî bir te-
mel taşı olmak, yani ileride bâkî cennete bir kısmını dev-
retmeye bir işaret için, “sahret” namında uhrevî bir mad-
de, bir hakikat gönderilip, sevr ve Hut meleklerine bir
nokta-i istinat edilmiş diye Benîisrail’in eski peygamber-
lerinden rivayet var ve İbni Abbas’tan dahi mervidir. Ma-
atteessüf bu kudsî mana, mürur-i zamanla bu teşbih ava-
mın nazarında hakikat telâkki edilmekle, aklın haricinde
bir suret almış. Madem melekler havada gezdikleri gibi
toprakta ve taşta ve yerin merkezinde de gezerler; elbet-
te onların ve küre-i arzın üstünde duracak cismanî taş ve
balığa ve öküze ihtiyaçları yoktur.
Hem, meselâ küre-i arz, küre-i arzın nevileri adedince
başlar ve o nevilerin fertleri sayısınca diller ve o fertlerin
âzâ ve yaprak ve meyveleri miktarınca tesbihatlar yaptığı
için, elbette o haşmetli ve şuursuz ubudiyet-i fıtriyeyi bile-
rek, şuurdarâne temsil edip, dergâh-ı İlâhiyeye takdim
Şualar
o
n
B
irinci
Ş
ua
| 423 |
MEYVE RİSALESİ
mervi:
rivayet edilen, nakledilen.
meselâ:
örneğin.
mukabele:
karşılık verme, karşı-
lama.
mürur-i zaman:
zamanın geçmesi,
zaman aşımı; zamanla.
nam:
ad, isim.
nazar:
bakış, dikkat.
nevi:
çeşit, tür.
nezaret:
gözetme, bakma, kontrol
etme.
nokta-i istinat:
dayanak noktası,
güvenme ve itimat noktası.
nurlu:
ışıklı, parıltılı.
peygamber:
Allah tarafından haber
getirerek İlâhî emir ve yasakları
insanlara tebliğ eden elçi, nebî.
rivayet:
bir haber, söz veya olayı
nakletme.
ruh:
hayat ve canlılık veren şey.
sahret:
büyük sert taş, kaya.
saltanat-ı rububiyet:
kâinatı ter-
biye ve idare edici olan Allah’ın
saltanatı.
serâ:
arz, yeryüzü.
Sevr:
öküz, boğa.
suret:
biçim, tarz, görünüş.
Süreyya:
Ülker yıldızı, Pervin.
şuurdarâne:
şuura dayalı olarak,
şuurlu bir şekilde.
şuurkârâne:
şuurluca, şuurlu bir
şekilde.
şuursuz:
idraksiz, bilgisiz.
şükür:
nimet ve iyiliğin sahibini
tanıma ve ona karşı minnet duy-
ma.
takdis:
yüceltme, mukaddes say-
ma, kudsî ve mübarek sayma.
tarz:
biçim, şekil.
telâkki:
anlama, kabul etme.
temsil:
birinin, bir topluluğun adına
hareket etme.
tesbihat:
tesbihler, Cenab-ı Hakkın
bütün noksan sıfatlardan uzak ve
bütün kemal sıfatlara sahip oldu-
ğunu ifade eden sözler.
teşbih:
benzetme.
ubudiyet:
kulluk.
ubudiyet-i fıtriye:
fıtrî, kâinattaki
her bir yaratığın kendine has hâl
diliyle yaptığı kulluk.
uhrevî:
ahirete dair, ahirete ait,
ahiret âlemiyle ilgili.
ünsiyet:
alışkanlık, ülfet, dostluk.
vahşet:
yabanî ve vahşî olan şey,
medeniyetin zıddı.
vazife:
görev.
vaziyet-i fıtriye:
fıtrî, yaratılıştan
gelen durum, hâl.
zemin:
yeryüzü.
avam:
kültürlü, yüksek taba-
kadan olmayan; cahil halk ta-
bakası.
aza:
organlar, uzuvlar.
bâkî:
ebedî, daimî, sürekli ve
kalıcı olan.
Benîisrail:
İsrailoğulları, Yahu-
dîler.
cemadat:
cansızlar, cansız ya-
ratıklar, katı cisimler.
cismanî:
maddî ve cisimli ol-
mak.
dergâh-ı İlâhiye:
Cenab-ı Hak-
kın dergâhı, kapısı, katı.
erkân-ı azîme-i kâinat:
varlık
âleminin büyük sağlam, önemli
direkleri, destekleri.
fânî:
ölümlü, geçici.
felsefe:
madde ve hayatı baş-
langıç ve gaye bakımından in-
celeyen ilim.
hadsiz:
sınırsız, sonsuz.
hakikat:
gerçek, esas.
hakîmâne:
hikmetli bir şekil-
de.
hariç:
bir şeyin dışı, dışarısı,
dışta kalan.
haşmetkârâne:
haşmetlice,
haşmetli bir şekilde.
haşmetli:
ihtişamlı, gösterişli,
heybetli.
hilkat-i arziye:
yeryüzünün
yaratılışı.
hut:
büyük balık.
icraat:
işler.
ihatalı:
kuşatıcı.
kanun:
yasa.
kat’î:
kesin, şüpheye ve te-
reddüde mahal bırakmayan.
kudsî:
mukaddes, yüce.
küre-i arz:
yer küre, dünya.
maatteessüf:
ne yazık ki, üzü-
lerek belirteyim ki.
madem:
... -den dolayı, böyle
ise.
1...,413,414,415,416,417,418,419,420,421,422 424,425,426,427,428,429,430,431,432,433,...1581
Powered by FlippingBook