Dokuzuncu Mesele
W
$Ép
H n
øn
e'
G w
?o
c n
¿ƒo
æp
erD
ƒ o
Ÿr
Gn
h p
¬u
Hn
Q r
øp
e p
¬r
«n
dp
G n
?p
õr
fo
G Én
ªp
H o
?ƒo
°Ss
ôdG n
øn
e'
G
(1)
/
¬p
?°o
So
Q r
øp
e m
ón
Mn
G n
ør
«n
H o
¥u
ôn
Øo
f n
’ /
¬p
?o
°So
Qn
h /
¬p
Ño
à`o
c
n
h /
¬p
à`n
µp
` = '
Ä?n
en
h
ilâahiri’l-aye…
Bu ayet-i ecma ve âlâ ve ekberin bir külli ve uzun nük-
tesini beyan etmeye bir dehşetli manevî sual ve bir aza-
metli ve İlâhî bir nimetin inkişafından neş’et eden bir hâl
sebebiyet verdiler. Şöyle ki:
Manen ruha geldi: “neden bir cüz-i hakikat-i imaniye-
yi inkâr eden kâfir olur ve kabul etmeyen Müslüman ol-
maz? Hâlbuki, Allah ve ahirete iman, bir güneş gibi o ka-
ranlığı izale etmek lâzım geliyor.”
Hem, “neden bir rükün ve hakikat-i imaniyeyi inkâr
eden mürtet olur, küfr-i mutlaka düşer; ve kabul etmeyen
İslâmiyet’ten çıkar? Hâlbuki, sair erkân-ı imaniyeye ima-
nı varsa, onu küfr-i mutlaktan kurtarmak lâzım geliyor.”
Elcevap
: İman, altı rüknünden çıkan öyle bir vahdanî
hakikattir ki, tefrik kabul etmez. Ve öyle bir küllîdir ki,
tecezzi kaldırmaz. Ve öyle bir külldür ki, kabil-i inkısam
olmazlar. Çünkü, her bir rükn-i imanî, kendini ispat eden
Şualar
o
n
B
irinci
Ş
ua
| 381 |
MEYVE RİSALESİ
inkâr:
reddetme, inanmama, kabul
ve tasdik etmeme.
inkişaf:
ortaya çıkma, keşfolun-
ma.
ispat:
doğruyu delillerle göster-
me.
izale:
giderme, ortadan kaldırma.
kabil-i inkısam:
bölünebilir, ayrı-
labilir.
kâfir:
Allah’ı ve İslâmiyeti inkâr
eden, dinsiz.
küfr-i mutlak:
kayıtsız şartsız kü-
für, mutlak küfür, hiç bir imanî
hükmü, delili, hakikati kabul et-
meme, kesin ve tam bir inkâr.
küll:
bütün.
küllî:
umumî, genel.
manen:
mana bakımından, ma-
naca.
manevî:
manaya ait, maddî ol-
mayan.
mesele:
önemli konu.
mürtet:
irtidat eden, İslâm dinini
bırakarak eski dinine veya başka
bir dine geçmiş olan, din değişti-
ren.
Müslüman:
İslâm dinine bağlı, din-
dar, mütedeyyin.
neş’et:
meydana gelme, oluşma,
çıkma.
nükte:
ince manalı, düşündürücü
söz.
ruh:
dirilik kaynağı, hayatın temeli
ve sebebi olan manevî varlık.
rükün:
bir şeyi meydana getiren
esas unsurlardan her biri, direk,
dayanak.
rükn-i imanî:
imana ait esas, ima-
nın esası.
sair:
diğer, başka, öteki.
sebebiyet:
sebep olma, icap et-
tirme, gerektirme.
sual:
soru.
tecezzi:
parçalara ayrılma, bölün-
me, ufalanma, cüzlere ayrılma.
tefrik:
birbirinden ayırma, ayrı tut-
ma.
vahdanî:
Allah’ın birliği ile alâkalı,
Allah’ın birliği ve varlığı ile ilgili,
Allah’la ilgili.
ahiret:
dünya hayatından son-
ra başlayıp ebediyen devam
edecek olan ikinci hayat.
ayet-i âlâ:
en yüce, yüksek
ayet.
ayet-i ecma’:
en cemiyetli,
her şeyi içine alan ayet.
ayet-i ekber:
en büyük ayet.
azamet:
büyüklük, ululuk, yü-
celik.
cüz-i hakikat-i imaniye:
iman
hakikatlerinin bir cüz’ü, par-
çası.
dehşetli:
ürkütücü, korkunç.
elcevap:
cevap olarak.
erkân-ı imaniye:
imana ait
esaslar.
hakikat:
gerçek, esas.
hakikat-i imaniye:
imana ait
olan gerçek.
ilâahiri’l-ayet:
ayetin sonuna
kadar.
İlâhî:
Allah’la ilgili, Cenab-ı Hak-
ka dair.
1.
Rahman ve Rahîm olan Allah’ın adıyla.
Peygamber, kendisine Rabbinden indirilen Kur’ân’ı tasdik edip ona iman etti. Mü’minler de
onunla beraber iman ettiler. Onların hepsi Allah’a, meleklerine, kitaplarına ve peygamber-
lerine iman etti. Onlar, “Biz Allah’ın peygamberlerinden hiçbirini ayırmayız diyerek iman
getirdiler. (Bakara Suresi: 285.)