Şualar - page 379

evet, her mü’min namazlardan sonra, her gün, hiç ol-
mazsa yüz elliden ziyade
(1)
! o
ór
ªn
ër
dn
G @ ! o
ór
ªn
ër
dn
G
şer’an
demesi ve manası da ezelden ebede kadar bir hadsiz
geniş hamd ve şükrü ifade etmesi, ancak ve ancak sa-
adet-i ebediyenin ve cennetin peşin bir fiyatı ve muaccel
bir pahasıdır. Ve dünyanın kısa ve fânî elemlerle âlûde
olan nimetlerine münhasır olmaz ve mahsus değil. Ve on-
lara da ebedî nimetlere vesile olmaları cihetiyle bakar,
şükreder.
(2)
$G n
¿Én
ërÑ
°o
S
kelime-i kudsiyesi ise, Cenab-ı Hakkı şerik-
ten, kusurdan, noksaniyetten, zulümden aczden, merha-
metsizlikten, ihtiyaçtan ve aldatmaktan ve kemal ve ce-
mal ve celâline muhalif olan bütün kusurattan takdis ve
tenzih etmek manasıyla, saadet-i ebediyeyi ve celâl ve ce-
mal ve kemal-i saltanatının haşmetine medar olan dâr-ı
ahireti ve ondaki cenneti ihtar edip, delâlet ve işaret eder.
Yoksa, sabıkan ispat edildiği gibi, saadet-i ebediye olmaz-
sa, hem saltanatı, hem kemali, hem celâl, hem cemal,
hem rahmeti kusur ve noksan lekeleriyle lekedar olurlar.
İşte bu üç kudsî kelimeler gibi,
(3)
$G p
ºr
°ùp
H
ve
(4)
*G s
’p
G n
¬ '
dp
G n
B’
ve sair kelimat-ı mübareke, her biri erkân-ı imaniyenin bi-
rer çekirdeği ve bu zamanda keşfedilen et hülâsası ve şe-
ker hülâsası gibi hem erkân-ı imaniyenin, hem kur’ân ha-
kikatlerinin hülâsaları ve bu üçü namazın çekirdekleri ol-
dukları gibi, kur’ân’ın dahi çekirdekleri ve parlak bir
Şualar
o
n
B
irinci
Ş
ua
| 379 |
MEYVE RİSALESİ
kelimeler, sözler.
kelime-i kudsiye:
yüce, kudsî söz.
kemal:
olgunluk, mükemmellik,
kusursuz, tam ve eksiksiz olma.
kemal-i saltanat:
saltanatın ke-
mali, mükemmel oluşu.
keşif:
gizli bir şeyi bulma, gizli bir
şeyi bulup meydana çıkarma.
kudsî:
mukaddes, yüce.
kusur:
eksiklik, noksan, özür.
kusurat:
kusurlar, noksanlıklar,
eksiklikler, özürler, suçlar, kaba-
hatler.
lekedâr:
lekeli, lekelenmiş.
mahsus:
bir şeye veya kişiye has
olan.
medar:
sebep, vesile.
muaccel:
mühletsiz, vadesiz, pe-
şin.
muhalif:
zıt, karşıt.
mü’min:
iman eden, inanan.
münhasır:
sınırlanmış, sınırlı.
nimet:
lütuf, ihsan, bağış.
noksan:
eksiklik, kusurlu oluş.
noksaniyet:
eksiklik, noksanlık.
paha:
fiyat, değer.
rahmet:
şefkat etmek, merhamet
etmek, esirgemek.
saadet-i ebediye:
sonu olmayan,
sonsuz mutluluk.
sabıkan:
evvelce, bundan önce.
saltanat:
sultanlık, padişahlık, hü-
kümdarlık.
sure:
Kur’ân-ı Kerîm’in ayrıldığı
114 bölümden her biri.
şer’an:
şer’î olarak, şeriata göre,
şeriat bakımından, şeriat hüküm-
lerine göre, şeriatça.
şerik:
ortak.
şükür:
nimet ve iyiliğin sahibini
tanıma ve ona karşı minnet duy-
ma.
takdis:
yüceltme, mukaddes say-
ma, kudsî ve mübarek sayma.
tenzih:
Allah’ı şanına lâyık olmayan
şeylerden, her türlü eksik ve nok-
sandan uzak ve yüce tutma, mü-
nezzeh sayma.
vesile:
aracı, vasıta.
ziyade:
çok, fazla.
zulüm:
haksızlık.
acz:
zayıflık, güçsüzlük.
âlûde:
bulaşmış, bulaşık.
celâl:
sonsuz büyüklük, haş-
met, ululuk, yücelik ve haşmet
sahibi olan Allah.
cemal:
güzellik.
cihet:
yön, sebep, vesile.
dâr-ı ahiret:
ahiret yurdu.
delâlet:
delil olma, gösterme.
ebedî:
sonu olmayan, daimî,
sürekli.
elem:
dert, üzüntü, maddî-
manevî ıztırap.
erkân-ı imaniye:
imana ait
esaslar.
fânî:
ölümlü, geçici.
hakikat:
gerçek, esas.
haşmet:
ihtişam, heybet, bü-
yüklük.
hülâsa:
bir şeyin özü, esası,
özeti.
ispat:
doğruyu delillerle gös-
terme.
kelimat-ı mübareke:
mübarek
1.
Ezelden ebede kadar her türlü hamd ve şükür Allah'a mahsustur. • Ezelden ebede kadar
her türlü hamd ve şükür Allah'a mahsustur. (Fatiha Suresi: 2.)
2.
Allah her türlü kusur ve noksandan uzaktır.
3.
Allah’ın adıyla.
4.
Allah’tan başka ilâh yoktur. (Muhammed Suresi: 19.)
1...,369,370,371,372,373,374,375,376,377,378 380,381,382,383,384,385,386,387,388,389,...1581
Powered by FlippingBook