ey bu medrese-i Yusufiyede benim ders arkadaşlarım!
Bu dehşetli haps-i ebedîden kurtulmanın kolayı, çaresi,
bu dünyevî hapsimizden istifade ederek, elimiz mecburi-
yetle yetişmeyen çok günahlardan kurtulduğumuzla bera-
ber; eski günahlardan tevbe edip farzlarımızı eda ederek,
her bir saat bu hapisteki ömrümüzü bir gün ibadet hük-
müne getirmekle, o ebedî hapisten necatımız ve o nura-
nî cennete girmemiz için en iyi bir fırsattır. Bu fırsatı ka-
çırırsak, dünyamız ağladığı gibi ahiretimiz dahi ağlayacak;
(1)
n
I n
ôp
N'
’r
Gn
h Én
«r
f t
ódG n
ôp
°ùn
N
tokadını yiyeceğiz.
Bu makam yazıldığı zaman, kurban Bayramı geldi
(2)
o
ôn
Ñr
c
n
G *n
G @ o
ôn
Ñr
c
n
G *n
G @ o
ô n
Ñ`r
c
n
G *n
G
’ler ile nev-i beşerin
beşten birisine, üç yüz milyon insanlara birden
o
ô n
Ñ`r
c
n
G *n
G
dedirmesi; koca küre-i arz, büyüklüğü nispetinde o
o
ô n
Ñ`r
c
n
G *n
G
kelime-i kudsiyesini semavattaki seyyarat arka-
daşlarına işittiriyor gibi, yirmi binden ziyade hacıların
Arafat’ta ve ıydde beraber, birden
o
ô n
Ñ`r
c
n
G *n
G
demeleri, re-
sul-i ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın bin üç yüz sene ev-
vel Âl ve sahabîleriyle söylediği ve emrettiği
o
ô n
Ñ`r
c
n
G *n
G
ke-
lâmının bir nevi aks-i sedası olarak, rububiyet-i İlâhiyenin
(3)
¢p
Vr
Qn
’r
G t
Ün
Q
ve
(4)
n
Ú/
ª n
dÉn
© r
dG t
Ün
Q
azamet-i ünvanıyla külli
tecellisine karşı geniş ve küllî bir ubudiyetle bir mukabe-
ledir, diye tahayyül ve his ve kanaat ettim.
ahiret:
dünya hayatından sonra
başlayıp ebediyen devam edecek
olan ikinci hayat.
aks-i seda:
ses yankılanması, sesin
bir yere çarpıp geri gelmesi, yan-
kı.
aleyhissalâtü vesselâm:
‘salât ve
selâm onun üzerine olsun’ anla-
mında Hz. Muhammed’e dua.
azamet-i ünvan:
ünvanının, şöh-
retinin büyüklüğü.
dünyevî:
dünyaya mensup, dünya
ile ilgili, dünyaya ait.
eda:
yerine getirme.
evvel:
önce.
farz:
kesin yapılması gerekli olan;
İslâmiyette kesin olarak yapılması
gereken emir.
haps-i ebedî:
ebedî hapis, sonsuza
dek kalınacak hapis.
hükmüne:
yerine, değerine.
istifade:
faydalanma, yararlanma.
kanaat:
inanma, görüş, fikir.
kelâm:
söz, konuşma, nutuk.
kelime-i kudsiye:
yüce, kudsî söz.
küllî:
umumî, genel.
küre-i arz:
yer küre, dünya.
makam:
yer, durak.
mecburiyet:
mecbur olma, mec-
burluk, zarurîlik durumu, zora tu-
tulma, zorunluluk.
Medrese-i Yusufiye:
Yusuf’un
medresesi, Hz. Yusuf’un (as) iftira,
haksızlık ve zulüm ile hapiste kal-
masından kinaye olarak, iman ve
Kur’ân’a hizmetinden dolayı tevkif
edilenlerin hapsedildiği yer ma-
nasında, hapishane.
mukabele:
karşılık verme, karşı-
lama.
necat:
kurtuluş, kurtulma, halâs,
selâmet.
nevi:
çeşit, tür.
nispet:
oran, değer.
nuranî:
nurlu, ışıklı, parlak,
münevver.
resul-i ekrem:
çok cömert,
kerîm olan peygamber, Hz.
Muhammed (asm).
rububiyet-i İlâhiye:
Allah’ın
terbiye ediciliği.
Sahabe:
Peygamberimiz Hz.
Muhammed’in mübarek yü-
zünü görmekle şereflenen ve
onun sohbetlerine katılan
mü’min kimse.
semavat:
semalar, gökler.
seyyarat:
gezegenler.
tahayyül:
hayale getirme, ha-
yalinde canlandırma.
tecelli:
belirme, bilinme, gö-
rünme.
tevbe:
işlenmiş bir günahtan
pişmanlık duyup Allah’tan af
dileme ve bir daha işlememek
üzere söz verme.
ubudiyet:
kulluk.
1.
O dünyada da, ahirette de ziyana uğramıştır. (Hac Suresi: 11.)
2.
Allah en büyüktür, en yücedir. · Allah en büyüktür, en yücedir. · Allah en büyüktür, en yü-
cedir.
3.
Yerin Rabbi. (Casiye Suresi: 36.)
4.
Âlemlerin Rabbi. (Casiye Suresi: 36.)
MEYVE RİSALESİ
| 376 |
o
n
B
irinci
Ş
ua
Şualar