•
ve kâinat şehrinin zemin mahallesinin bahçesinde ve
tarlasında varidat ve sarfiyatına ve zer ve ekilmesine ne-
zarete memur ve yüzer fenler ve binler sanatlarla teçhiz
edilmiş en gürültülü ve mes’uliyetli nazırı;
•
ve kâinat ülkesinin arz memleketinde Padişah-ı Ezel
ve Ebed’in gayet dikkat altında bir müfettişi, bir nevi ha-
life-i arzı;
•
ve cüz’î ve küllî harekâtı kaydedilen bir mutasarrıfı;
•
ve sema ve arz ve cibalin kaldırmasından çekindikle-
ri emanet-i kübrayı omzuna alan ve önüne iki acip yol
açılan, bir yolda zîhayatın en bedbahtı ve diğerinde en
bahtiyarı;
•
çok geniş bir ubudiyetle mükellef bir abd-i küllî;
•
ve Kâinat Sultanı’nın İsm-i Azamına mazhar ve bü-
tün esmasına en cami bir âyinesi;
•
ve hitabat-ı Sübhaniyesine ve konuşmalarına en an-
layışlı bir muhatab-ı hassı;
•
ve kâinatın zîhayatları içinde en ziyade ihtiyaçlısı;
•
ve hadsiz fakrıyla ve acziyle beraber, hadsiz maksat-
ları ve arzuları ve nihayetsiz düşmanları ve onu inciten za-
rarlı şeyleri bulunan bir bîçare zîhayatı;
•
ve istidatça en zengini;
•
ve lezzet-i hayat cihetinde en müteellimi ve lezzetleri
dehşetli elemlerle âlûde;
•
ve bekaya en ziyade müştak ve muhtaç ve en çok lâ-
yık ve müstahak;
Şualar
o
n
B
irinci
Ş
ua
| 353 |
MEYVE RİSALESİ
bin bir isminden en büyük ve ma-
naca diğer isimleri kuşatmış ola-
nı.
istidat:
kabiliyet, yetenek.
kâinat:
yaratılmış olan şeylerin
tamamı, bütün âlemler, varlıklar.
küllî:
umumî, genel.
lâyık:
uygun, yakışır, münasip.
lezzet-i hayat:
hayatın zevk ve
lezzetleri.
maksat:
gaye.
mazhar:
nail olma, şereflenme,
İlâhî tecellilerin göründüğü yer
olma.
mes’uliyet:
mes’ul olma hali, so-
rumluluk.
muhatab-ı has:
özel muhatap.
mutasarrıf:
tasarruf eden, tasarruf
sahibi olan, her şeyin sahibi olan,
malik.
müfettiş:
araştıran, araştırıcı.
mükellef:
sorumlu ve yükümlü
olan.
müstahak:
hak eden, hak etmiş.
müştak:
arzulu, fazla istekli, iştiyak
gösteren.
müteellim:
elemli, kederli, hüzünlü,
içi sızlayan.
nazır:
nezaret eden, bakan, göze-
ten.
nevi:
çeşit, tür.
nezaret:
gözetme, bakma, kontrol
etme.
nihayetsiz:
sonsuz, sınırsız.
Padişah-ı Ezel ve Ebed:
zaman
ve mekânla kayıtlı olmayan sonsuz
saltanat sahibi olan Cenab-ı Hak.
sarfiyat:
harcamalar, giderler.
sema:
gökyüzü, gök.
Sultan:
mutlak iktidar sahibi olan;
Allah.
teçhiz:
cihazlama, donatma.
ubudiyet:
kulluk.
varidat:
gelirler.
zemin:
yeryüzü.
zer:
tohum ekme, tohum saçma.
zîhayat:
hayat sahibi.
ziyade:
çok, fazla.
abd-i küllî:
bütün yaratılmış-
ların ibadet ve tesbihatlarını
kendi şahsında temsil edebilen
kul.
acip:
tuhaf, hayrette bırakan.
acz:
zayıflık, güçsüzlük.
âlûde:
bulaşmış, bulaşık.
arz:
yer, dünya.
arzu:
bir şeye karşı duyulan
istek, heves.
âyine:
ayna.
bahtiyar:
bahtlı, tâli’li, mes’ut
, mutlu.
bedbaht:
bahtsız, tâli’siz, za-
vallı.
beka:
bâkîlik, ebedîlik, son-
suzluk.
bîçare:
çaresiz, zavallı.
cami:
cem eden, toplayan, içi-
ne alan.
cibal:
dağlar.
cihet:
yön.
cüz’î:
küçük, az.
dehşetli:
ürkütücü, korkunç.
elem:
dert, üzüntü, maddî-
manevî ıztırap.
emanet-i kübra:
büyük ema-
net, en büyük emanet.
esma:
adlar, isimler.
fakr:
fakirlik, yoksulluk, muh-
taçlık.
fen:
tecrübî, ispatla meydana
gelmiş ilimlere verilen genel
ad.
gayet:
son derece.
hadsiz:
sınırsız, sonsuz.
halife-i arz:
yeryüzünde bazı
hususlarda Allah adına hareket
eden.
harekât:
hareketler, davranış-
lar.
hitabat-ı Sübhaniye:
Allah’ın
kusursuz ve noksansız konuş-
ması.
İsm-i azam:
Cenab-ı Hakkın