Şualar - page 362

düşeceği sırada, ahirete iman imdada yetişir. Mezar gibi
dar zamanını, geçmiş ve gelecek zamanları içine alan pek
geniş bir zamana çevirir. Ve dünya kadar, belki ezelden
ebede kadar bir daire-i vücut gösterir. Babasını dâr-ı sa-
adette ve âlem-i ervahta dahi pederlik münasebetiyle ve
kardeşini tâ ebede kadar uhuvvetini düşünmesiyle ve ka-
rısını cennette dahi en güzel bir refika-i hayatı olduğunu
bilmesi haysiyetiyle sever, hürmet eder, merhamet eder,
yardım eder. Ve o büyük ve geniş daire-i hayatta ve vü-
cuttaki münasebetler için olan ehemmiyetli hizmetleri
dünyanın kıymetsiz işlerine ve cüz’î garazlarına ve men-
faatlerine alet etmez. Ciddî sadâkate ve samimî ihlâsa
muvaffak olarak, kemalâtı ve hasletleri o nispette, dere-
cesine göre yükselmeye başlar, insaniyeti teâlî eder. Ha-
yat lezzetinde serçe kuşuna yetişmeyen o insan, bütün
hayvanat üstünde, kâinatın en müntehap ve bahtiyar bir
misafiri ve sahib-i kâinat’ın en mahbup ve makbul bir
abdi olmasıdır. Bu netice dahi risale-i nur’da hüccetler-
le izahına iktifaen kısa kesildi.
Dördüncü bir faydası
ki, insanın hayat-ı içtimaiye-
sine bakıyor. risale-i nur’dan “dokuzuncu Şua”da beyan
edilen o neticenin bir hülâsası şudur:
Nev-i insanın dörtten birini teşkil eden çocuklar, ahi-
ret imanıyla insanca yaşayabilirler ve insaniyetin istidat-
larını taşıyabilirler
. Yoksa, elim endişeler içinde kendini
uyutturmak ve unutturmak için çocukça oyuncaklarıyla
haylaz bir hayatla yaşayacak. Çünkü, her vakit, etrafında
onun gibi çocukların ölmesiyle, onun nazik dimağında
abd:
kul.
ahiret:
dünya hayatından sonra
başlayıp ebediyen devam edecek
olan ikinci hayat.
âlem-i ervah:
ruhlar âlemi.
bahtiyar:
bahtlı, tâli’li, mes’ut ,
mutlu.
beyan etmek:
açıklamak, bildir-
mek, izah etmek.
ciddî:
gerçek olarak, hakikaten.
daire-i hayat:
hayat dairesi.
daire-i vücut:
varlık dairesi.
dâr-ı saadet:
saadet, mutluluk
yeri, cennet.
dimağ:
akıl, şuur.
ebed:
sonsuzluk, daimîlik.
elîm:
şiddetli, çok dert ve keder
veren.
ezel:
başlangıcı olmayan geç-
miş zaman, öncesizlik.
garaz:
kötü kasıt, düşmanca
niyet, kin.
haslet:
güzel huy, iyi özellik.
hayat-ı içtimaiye:
sosyal ha-
yat, toplum hayatı.
haylaz:
düzensiz ve yararsız
hareket eden, boş yere öm-
rünü geçiren.
haysiyet:
şeref, onur, itibar.
hayvanat:
hayvanlar.
hülâsa:
bir şeyin özü, esası,
özeti.
hürmet:
riayet, ihtiram.
iman:
inanma, itikat.
imdat:
yardım.
kâinat:
yaratılmış olan şeylerin
tamamı, bütün âlemler, var-
lıklar.
kıymet:
değer.
mahbup:
sevgili, sevilen, mu-
habbet edilen.
makbul:
geçerli, muteber.
menfaat:
fayda.
merhamet:
acımak, şefkat gös-
termek, korumak, esirgemek.
münasebet:
ilişki, alâka.
müntehap:
seçkin, güzide,
mümtaz.
nazik:
narin, ince.
nev-i insan:
insan türü, insa-
noğlu.
peder:
baba, ata.
refika-i hayat:
hayat arkada-
şı.
Sahib-i Kâinat:
kâinatın sahibi
olan Allah.
samimî:
içten, candan, gönül-
den, kalbî, menfaatsiz, riyasız.
teâlî:
yükselme, yücelme, çok
yüce olma.
teşkil:
oluşturma, şekillendir-
me.
uhuvvet:
kardeşlik.
MEYVE RİSALESİ
| 362 |
o
n
B
irinci
Ş
ua
Şualar
1...,352,353,354,355,356,357,358,359,360,361 363,364,365,366,367,368,369,370,371,372,...1581
Powered by FlippingBook