düşeceği sırada, ahirete iman imdada yetişir. Mezar gibi
dar zamanını, geçmiş ve gelecek zamanları içine alan pek
geniş bir zamana çevirir. Ve dünya kadar, belki ezelden
ebede kadar bir daire-i vücut gösterir. Babasını dâr-ı sa-
adette ve âlem-i ervahta dahi pederlik münasebetiyle ve
kardeşini tâ ebede kadar uhuvvetini düşünmesiyle ve ka-
rısını cennette dahi en güzel bir refika-i hayatı olduğunu
bilmesi haysiyetiyle sever, hürmet eder, merhamet eder,
yardım eder. Ve o büyük ve geniş daire-i hayatta ve vü-
cuttaki münasebetler için olan ehemmiyetli hizmetleri
dünyanın kıymetsiz işlerine ve cüz’î garazlarına ve men-
faatlerine alet etmez. Ciddî sadâkate ve samimî ihlâsa
muvaffak olarak, kemalâtı ve hasletleri o nispette, dere-
cesine göre yükselmeye başlar, insaniyeti teâlî eder. Ha-
yat lezzetinde serçe kuşuna yetişmeyen o insan, bütün
hayvanat üstünde, kâinatın en müntehap ve bahtiyar bir
misafiri ve sahib-i kâinat’ın en mahbup ve makbul bir
abdi olmasıdır. Bu netice dahi risale-i nur’da hüccetler-
le izahına iktifaen kısa kesildi.
•
Dördüncü bir faydası
ki, insanın hayat-ı içtimaiye-
sine bakıyor. risale-i nur’dan “dokuzuncu Şua”da beyan
edilen o neticenin bir hülâsası şudur:
Nev-i insanın dörtten birini teşkil eden çocuklar, ahi-
ret imanıyla insanca yaşayabilirler ve insaniyetin istidat-
larını taşıyabilirler
. Yoksa, elim endişeler içinde kendini
uyutturmak ve unutturmak için çocukça oyuncaklarıyla
haylaz bir hayatla yaşayacak. Çünkü, her vakit, etrafında
onun gibi çocukların ölmesiyle, onun nazik dimağında
abd:
kul.
ahiret:
dünya hayatından sonra
başlayıp ebediyen devam edecek
olan ikinci hayat.
âlem-i ervah:
ruhlar âlemi.
bahtiyar:
bahtlı, tâli’li, mes’ut ,
mutlu.
beyan etmek:
açıklamak, bildir-
mek, izah etmek.
ciddî:
gerçek olarak, hakikaten.
daire-i hayat:
hayat dairesi.
daire-i vücut:
varlık dairesi.
dâr-ı saadet:
saadet, mutluluk
yeri, cennet.
dimağ:
akıl, şuur.
ebed:
sonsuzluk, daimîlik.
elîm:
şiddetli, çok dert ve keder
veren.
ezel:
başlangıcı olmayan geç-
miş zaman, öncesizlik.
garaz:
kötü kasıt, düşmanca
niyet, kin.
haslet:
güzel huy, iyi özellik.
hayat-ı içtimaiye:
sosyal ha-
yat, toplum hayatı.
haylaz:
düzensiz ve yararsız
hareket eden, boş yere öm-
rünü geçiren.
haysiyet:
şeref, onur, itibar.
hayvanat:
hayvanlar.
hülâsa:
bir şeyin özü, esası,
özeti.
hürmet:
riayet, ihtiram.
iman:
inanma, itikat.
imdat:
yardım.
kâinat:
yaratılmış olan şeylerin
tamamı, bütün âlemler, var-
lıklar.
kıymet:
değer.
mahbup:
sevgili, sevilen, mu-
habbet edilen.
makbul:
geçerli, muteber.
menfaat:
fayda.
merhamet:
acımak, şefkat gös-
termek, korumak, esirgemek.
münasebet:
ilişki, alâka.
müntehap:
seçkin, güzide,
mümtaz.
nazik:
narin, ince.
nev-i insan:
insan türü, insa-
noğlu.
peder:
baba, ata.
refika-i hayat:
hayat arkada-
şı.
Sahib-i Kâinat:
kâinatın sahibi
olan Allah.
samimî:
içten, candan, gönül-
den, kalbî, menfaatsiz, riyasız.
teâlî:
yükselme, yücelme, çok
yüce olma.
teşkil:
oluşturma, şekillendir-
me.
uhuvvet:
kardeşlik.
MEYVE RİSALESİ
| 362 |
o
n
B
irinci
Ş
ua
Şualar