insaniyet mideleri için tedarik etmeye fıtraten mecburdur,
çabalıyor; ve öyle arzuları ve matlâpları var ki, ebedî sa-
adetten başka hiçbir şey onları tatmin etmiyor
. Hatta
“onuncu söz”de işaret edildiği gibi, bir zaman –küçüklü-
ğümde– hayalimden sordum: “sana bir milyon sene
ömür ve dünya saltanatı verilmesini, fakat sonra ademe
ve hiçliğe düşmesini mi istersin? Yoksa, bâkî, fakat adî ve
meşakkatli bir vücudu mu istersin?” dedim. Baktım, ikin-
cisini arzulayıp birincisinden “Ah!” çekti, “Cehennem de
olsa beka isterim” dedi.
İşte, madem mahiyet-i insaniyenin bir hizmetkârı olan
kuvve-i hayaliyeyi bu dünya lezzetleri tatmin etmiyor; el-
bette gayet cami mahiyet-i insaniye, ebediyetle fıtraten
alâkadardır.
İşte bu hadsiz arzu ve emellere bağlı olduğu hâlde, ser-
mayesi bir cüz’î cüz-i ihtiyârî ve fakr-ı mutlak bir insana,
ahirete iman ne derece kuvvetli ve kâfi ve vâfi bir hazine,
bir medar-ı saadet ve lezzet, bir medar-ı istimdat, bir mer-
ci ve dünyanın hadsiz gamlarına karşı bir medar-ı teselli
olduğu, öyle bir meyve ve faydadır ki, onu kazanmak yo-
lunda dünya hayatını feda etse yine ucuzdur.
•
İkinci meyvesi ve hayat-ı şahsiyeye bakan bir fay-
dası:
“üçüncü Mesele”de izah edilen ve
Gençlik Rehbe-
ri’
nde bir haşiye bulunan çok ehemmiyetli bir neticedir.
adem:
yokluk.
adî:
bayağı, aşağı, değersiz.
ahiret:
dünya hayatından sonra
başlayıp ebediyen devam edecek
olan ikinci hayat.
alâkadar:
ilgili, ilişkili, münasebetli,
bağlı.
arzu:
bir şeye karşı duyulan istek,
heves.
bâkî:
ebedî, daimî, sürekli ve kalıcı
olan.
beka:
bâkîlik, ebedîlik, sonsuzluk.
cami:
cem eden, toplayan, içine
alan.
cüz-i ihtiyarî:
Cenab-ı Hak tara-
fından insana verilen arzu ser-
bestliği; dilediği gibi hareket ede-
bilme kuvveti; cüz’î irade.
cüz’î:
küçük, az.
ebedî:
sonu olmayan, daimî, sü-
rekli.
ebediyet:
sonsuzluk.
ehemmiyetli:
önemli.
emel:
şiddet arzu, ümit.
faide:
fayda.
fakr-ı mutlak:
sonsuz fakirlik, tam
muhtaçlık, mutlak çaresizlik, yok-
sulluk.
feda:
gözden çıkarma, uğruna ver-
me.
fıtraten:
fıtrî olarak, yaratılıştan,
yaratılış itibarıyla.
gam:
keder, üzüntü.
gayet:
son derece.
hadsiz:
sınırsız, sonsuz.
haşiye:
dipnot.
hayat-ı şahsiye:
şahsa ait ha-
yat, özel yaşama biçimi.
hazine:
zengin ve değerli kay-
nak.
hizmetkâr:
hizmet yapan kim-
se, hizmetçi.
iman:
inanma, itikat.
insaniyet:
insanlık, bütün in-
sanlar.
izah:
açıkça ortaya koyma, bir
konuyu ayrıntılarıyla, eksiksiz
anlatma.
kâfi:
yeter, kâfi gelir.
kuvve-i hayaliye:
hayal duy-
gusu, hayal gücü.
madem:
... -den dolayı, böyle
ise.
mahiyet-i insaniye:
insanın
esası, iç yüzü, vasfı, aslı, haki-
kati.
matlâp:
arzu, istek.
mecbur:
zorunda kalma.
medar-ı istimdat:
yardım is-
teme, medet umma sebebi.
medar-ı saadet:
mutluluk ve-
silesi, ferahlık sebebi.
medar-ı teselli:
ferahlık sebebi,
teselli kaynağı.
merci:
dönülecek, sığınılacak
yer.
mesele:
önemli konu.
meşakkat:
zahmet verici iş.
saadet:
mutluluk.
saltanat:
sultanlık, padişahlık,
hükümdarlık.
sermaye:
varlık, servet.
tatmin:
doyurma, ihtiyacını
karşılama.
tedarik:
sağlama, temin etme,
karşılama.
vâfi:
yeterli, tam.
vücut:
beden, varlık.
MEYVE RİSALESİ
| 360 |
o
n
B
irinci
Ş
ua
Şualar