Şualar - page 355

Yoksa, sineğin sesini işitip hakk-ı hayatını vermekle fi-
ilen cevap verdiği hâlde, gök gürültüsü kuvvetinde beka-
ya ait hadsiz hukuk-ı insaniyenin, mezkûr yirmi hakikat-
ler lisanlarıyla edilen ve arşı ve ferşi çınlatan dualarını işit-
memek ve o hadsiz hukuku zayi etmek; ve sinek kanadı-
nın intizamı şahadetiyle, sinek kanadı kadar israf etme-
yen bir hikmet bütün o hakikatlerin bağlandıkları insanî
istidadatı ve ebede uzanan emelleri ve arzuları ve o isti-
dat ve arzuları besleyen kâinatın pek çok rabıtalarını ve
hakikatlerini bütün bütün israf etmek öyle bir haksızlıktır
ve imkân haricinde ve zalimâne bir çirkinliktir ki,
Hak
ve
Hafîz
ve
Hakîm
ve
Cemîl
ve
Rahîm
isimlerine şahadet
eden bütün mevcudat onu reddeder, “Yüz derece muhal
ve bin vecihle mümtenidir” derler.
İşte, biz Hâlık’ımızdan haşre dair sorduğumuz suale,
Hak, Hafîz, Hakîm, Cemîl, Rahîm
isimleri cevap verip
derler: “Biz hak ve hakikat olduğumuz gibi ve hem bize
şahadet eden mevcudatın tahakkuku misillü, haşir haktır
ve muhakkaktır.”
Hem madem …
daha yazacaktım, fakat güneş gibi malûm olmasından,
kısa kestim.
İşte, geçmiş misallerde ve mademlerdeki maddelere kı-
yasen,
Cenab-ı Hakkın yüz, belki bin esmasının kâinata
bakan isimlerinin her birisi, nasıl ki mevcudattaki âyine
ve cilveleriyle müsemmasını bedahetle ispat eder; aynen
öyle de, haşri ve dâr-ı ahireti de gösterirler ve kat’iyetle
ispat ederler.
Şualar
o
n
B
irinci
Ş
ua
| 355 |
MEYVE RİSALESİ
kuvvet:
güç, kudret.
lisan:
dil.
madem:
...den dolayı, böyle ise.
malûm:
bilinen, bilinir olan.
mevcudat:
mevcutlar, var olan
her şey, mahlûklar.
mezkûr:
zikredilen, adı geçen, anı-
lan.
misal:
örnek.
misillü:
gibi, benzeri.
muhal:
imkânsız.
mümteni:
imkânsız, olamaz.
müsemma:
isimlendirilmiş, ad ve-
rilmiş.
rabıta:
münasebet, alâka, bağ.
rahîm:
merhamet eden, çok mer-
hametli olan, esirgeyen, koruyan,
acıyan Allah.
red:
geri verme.
tahakkuk:
gerçekleşme, delil ile
ispat edilme, kesinleşme.
vecih:
cihet, yön.
zalimâne:
zalimce, zulmedercesi-
ne.
zayi:
elden çıkmış, zarar, ziyan.
arş:
göğün en yüksek katı.
bedahet:
açıklık, aşikâr, ispata
ihtiyaç olmayacak derecede
açıklık.
Cemîl:
güzellik sahibi olan zat,
Allah.
cilve:
tecelli, görüntü.
dair:
alâkalı, ilgili.
dâr-ı ahiret:
ahiret yurdu.
emel:
şiddet arzu, ümit.
ferş:
yeryüzü, zemin, dünya.
Hakîm:
her şeyi bir maksatla
uygun ve hikmetle yaratan,
hikmet sahibi Allah.
hakk-ı hayat:
yaşama hakkı.
Hâlık:
yoktan yaratan, her şeyi
yoktan var eden, yaratıcı; Al-
lah.
hariç:
bir şeyin dışı, dışarısı,
dışta kalan.
haşir:
kıyametten sonra bütün
insanların bir yere toplanmaları,
Allah’ın ölüleri diriltip mahşere
çıkarması.
hikmet:
İlâhî gaye, gizli se-
bep.
hukuk:
haklar.
hukuk-ı insaniye:
insanî hak-
lar.
imkân:
mümkün olma, olabi-
lirlik.
insanî:
insana ait, insanla alâ-
kalı.
intizam:
düzenlilik, düzgün-
lük.
ispat:
doğruyu delillerle gös-
terme.
israf:
gereksiz yere harcama,
ihtiyaçtan fazlasını harcama,
savurganlık.
istidadat:
istidatlar, kabiliyetler,
yetenekler.
kat’iyet:
kat’îlik, kesinlik.
kıyasen:
kıyas yoluyla, kıyas
ederek.
1...,345,346,347,348,349,350,351,352,353,354 356,357,358,359,360,361,362,363,364,365,...1581
Powered by FlippingBook