ademe sukut etmek ve hiçlikte mahvolmak ve başta nev-i
beşer olarak zîhayatlar, idam edilmek için yaratılmamışlar.
Belki bekaya terakki ile ve devama tasaffi ile ve sermedî
vazifeye istidadıyla girmek için halk olunduklarını gayet
kuvvetli ispat eder.
evet, her baharda müşahede ediyoruz ki; güz mevsimi
kıyametinde vefat eden hadsiz nebatat, bahar haşrinde
her bir ağaç, her bir kök, her bir çekirdek, her bir tohum,
(1)
r
än
ôp
°ûo
f o
?o
ë°t
üdG Gn
Pp
Gn
h
ayetini okuyup bir manasını, bir
ferdini kendi diliyle, geçmiş senelerde gördüğü vazifenin
misalleriyle tefsir ederek o azametli hafîziyete şahadet
eder.
(2)
o
øp
WÉn
Ñdr
Gn
h o
ôp
gÉs
¶dGn
h o
ôp
N'
’r
Gn
h o
?s
hn
’r
G n
ƒo
g
ayetindeki dört
muazzam hakikatleri her şeyde gösterip, hafîziyeti azamî
derecede ve haşri bahar kolaylığında ve kat’iyetinde biz-
lere ders verir.
evet, bu dört ismin cilveleri, en cüz’îden en küllîye ka-
dar cereyan ederler. Meselâ, nasıl ki, bu ağacın menşei
olan bir çekirdek,
o
? s
hn
’r
Gn
ismine mazhariyetle o ağacın ga-
yet mükemmel programını ve icadının noksansız cihaza-
tını ve teşekkülünün bütün şeraitini cami bir kutucuktur
ki, hafîziyetin azametini ispat eder.
o
ôp
N'
’r
Gn
h
ismine mazhar olan meyvesi ise, çekirdekleriy-
le o ağacın işlediği bütün fıtrî vazifelerinin fihristesini ve
amellerinin listesini ve hayat-ı saniyesinin düsturlarını ih-
tiva eden bir sandukçadır ki, azamî derecede hafîziyete
şahadet eder.
Şualar
o
n
B
irinci
Ş
ua
| 349 |
MEYVE RİSALESİ
cilve:
tecelli, görüntü.
cüz’î:
az, parçaya ait olan, pek az.
düstur:
kanun, kaide.
Evvel:
her şeyden önce var olan
ve yaratıkların önceki hâllerine de
hükmeden Allah.
fenâ:
yok olma, ölümlülük, geçi-
cilik.
fihriste:
bir kitapta bulunan şeyleri
sırayla gösteren liste, katalog.
fıtrî:
tabiî, yaratılıştaki, doğuştan.
güz:
sonbahar.
hadsiz:
sınırsız, sonsuz.
hafîziyet:
Cenab-ı Hakkın her mah-
lûkun başına gelecek vaziyetleri
ve başından geçenleri muhafaza
etme sıfatı.
hakikat:
gerçek, esas.
halk:
yaratma, yaratış.
haşir:
yeniden dirilip toplanmak,
ikinci diriliş.
hayat-ı saniye:
ikinci hayat, ahi-
ret.
hikmet:
İlâhî gaye, gizli sebep.
icat:
vücuda getirme, yoktan var
etme.
idam:
yok olma.
ihtiva:
içine alma, kapsama.
istidat:
kabiliyet, yetenek.
kat’iyet:
kat’îlik, kesinlik.
kıyamet:
bütün kâinatın Allah ta-
rafından tayin edilen bir vakitte
yıkılıp mahvolması.
küllî:
umumî, genel.
mahvolma:
yok olma, ortadan
kalkma, batma.
mazhar:
İlâhî tecellilerin göründüğü
yer.
mazhariyet:
görünme ve tezahür
yeri olma.
menşe:
esas, kaynak.
muazzam:
çok büyük, ulu, yüce.
müşahede:
bir şeyi gözle görme,
seyretme.
nebatat:
bitkiler.
nev’i beşer:
insanoğlu, insanlar.
sandukça:
küçük sandık.
sermedî:
ebedî, daimî, sürekli.
şahadet:
şahit olma, şahitlik, ta-
nıklık.
şerait:
şartlar.
tasaffi:
saflaşma, durulaşma, te-
mizlenme.
tefsir:
Kur’ân’ın mana bakımından
izahı, Kur’ân’ın şerhi.
terakki:
yükselme, ilerleme.
teşekkül:
şekillenme, meydana
gelme.
vâkıf:
bir şeyi elde eden, bir işten
haberli olan.
vefat:
ölüm.
Zahir:
bütün varlıkların dış yüzünü
yaratan ve dışına da hükmeden”
manasında Allah’ın ismi.
zîhayat:
hayat sahibi.
adem:
yokluk.
ahir:
her şeyden sonra da var
olan, varlıkların sonrasına da
hâkim olan Allah.
amel:
fiil, iş.
ayet:
Kur’ân’ın her bir cümle-
si.
azamet:
büyüklük, yücelik.
azamî:
en fazla, en çok, nihayet
derecede.
Bâtın:
bütün varlıkların içini
yaratan ve dâhiline hükmeden
Allah.
beka:
ebedîlik, sonsuzluk.
cami:
cem eden, toplayan, içi-
ne alan.
cereyan:
akma, akış.
cihazat:
cihazlar, organlar.
1.
Amel defterleri açıldığında (Tekvir Suresi:10.)
2.
O Evvel’dir; başlangıcı olmadığı gibi bütün varlıkların başlangıcı da Onun ilim ve kudretine
bağlıdır. O Ahir’dir; sonu olmadığı gibi bütün varlıkların neticesi Ona bakar ve dönüşü Ona-
dır. O Zahir’dir; varlık ve birliğinin delilleri herşeyde ap açık görünür ve bütün varlıklar dış
görünüşleri ve sanatlı yapılışlarıyla Onun kudret ve sanatına şahitlik eder. O Bâtın’dır her-
şeyin hakikatine vâkıftır ve herşeyin içyüzü Onun kudret ve hikmetine şahitlik eder. (Ha-
did Suresi: 3.)