Sekizinci Meselenin Bir
Hülâsası
Y
EDİNCİDE
haşri çok makamattan soracaktık; fa-
kat, Hâlık’ımızın isimleri ile verdiği cevap o derece kuv-
vetli yakin ve kanaat verdi ki, daha başka sorgulara ihti-
yaç bırakmadığından, orada kısa kestik. Şimdi, bu Mese-
lede, ahiret imanının hem ahiretin saadetine, hem dün-
ya saadetine dair temin ettiği faydalar ve neticelerinden
yüzden biri hülâsa edilecek. saadet-i uhreviyeye ait kıs-
mı, kur’ân-ı Mu’cizülbeyan’ın izahatı daha hiçbir beyana
ihtiyaç bırakmamış, onu ona havale ederek ve saadet-i
dünyeviyeye ait kısmı izah cihetini risale-i nur’a bırakıp,
yalnız kısa bir hülâsa ile insanın hayat-ı şahsiye ve ha-
yat-ı içtimaiyesine ait yüzer neticelerinden üç dört tane-
sini beyan ederiz.
•
Birincisi:
İnsan, sair hayvanata muhalif olarak, ha-
nesiyle alâkadar olduğu misillü, dünya ile alâkadardır; ve
akaribiyle münasebettar olduğu gibi, nev-i beşer ile de
ciddî ve fıtrî münasebettardır; ve dünyada muvakkat
bekasını arzuladığı gibi, bir dâr-ı ebedîde bekasını aşk de-
recesinde arzuluyor; ve midesinin gıda ihtiyacını temin
etmeye çalıştığı gibi, dünya kadar geniş, belki ebede
kadar uzanan sofraları ve gıdaları, akıl ve kalb ve ruh ve
Şualar
o
n
B
irinci
Ş
ua
| 359 |
MEYVE RİSALESİ
insanların bir yere toplanmaları,
Allah’ın ölüleri diriltip mahşere çı-
karması.
havale:
bir şeyi başkasının üstüne
bırakma.
hayat-ı içtimaiye:
sosyal hayat,
toplum hayatı.
hayat-ı şahsiye:
şahsa ait hayat,
özel yaşama biçimi.
hayvanat:
hayvanlar.
hülâsa:
bir şeyin özü, esası, özeti.
iman:
inanma, itikat.
izah:
açıkça ortaya koyma, bir ko-
nuyu ayrıntılarıyla, eksiksiz anlat-
ma.
izahat:
izahlar, açıklamalar.
kanaat:
inanma, görüş, fikir.
Kur’ân-ı Mu’cizülbeyan:
açıkla-
malarıyla akılları benzerini yap-
maktan âciz bırakan Kur’ân-ı Ke-
rîm.
makamat:
makamlar.
mesele:
önemli konu.
misillü:
gibi, benzeri.
muhalif:
zıt, karşıt.
muvakkat:
geçici.
münasebettar:
ilgili, alâkalı, bir
şeye uygun ve yakın olan.
nev’i beşer:
insanoğlu, insanlar.
risale-i Nur:
Nur Risalesi, Bediüz-
zaman Said Nursî’nin eserlerinin
adı.
saadet:
mutluluk.
saadet-i dünyeviye:
dünya ile
ilgili saadet, dünya hayatındaki
mutluluk, dünya saadeti.
saadet-i uhreviye:
ahiretle ilgili
saadet, ahiretteki mutluluk.
sair:
diğer, başka, öteki.
temîn:
sağlama.
yakîn:
kesin bilme, şüpheden sıy-
rılarak son derece doğru ve kuv-
vetli bilme.
ahiret:
dünya hayatından son-
ra başlayıp ebediyen devam
edecek olan ikinci hayat.
akarip:
akrabalar, yakınlar.
alâkadar:
ilgili, ilişkili, müna-
sebetli, bağlı.
arzu:
bir şeye karşı duyulan
istek, heves.
aşk:
şiddetli sevgi, sevda, gönül
verme.
beka:
bâkîlik, ebedîlik, son-
suzluk.
beyan etmek:
açıklamak, bil-
dirmek, izah etmek.
beyan:
açıklama, bildirme, izah.
ciddî:
gerçek olarak, hakika-
ten.
cihet:
yön.
dair:
alâkalı, ilgili.
dâr-ı ebedî:
sonsuz diyar, sonu
olmayan âlem, ahiret.
ebed:
sonsuzluk, daimîlik.
faide:
fayda.
fıtrî:
tabiî, yaratılıştaki, doğuş-
tan olan.
Hâlık:
yoktan yaratan, her şeyi
yoktan var eden, yaratıcı; Al-
lah.
hane:
ev, mesken, dünya.
haşir:
kıyametten sonra bütün